2025 yılına girilirken dünya diplomasisinin öncelikli gündemlerinden biri, İran ile Batı arasındaki nükleer müzakerelerin yeniden canlandırılmasıydı. Avrupa Birliği öncülüğünde yürütülen temaslar, 2015 tarihli Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (KOEP) güncellenmiş bir versiyonuyla Tahran’ı yeniden denetim altına alma hedefi taşıyordu. Ancak umutlar kısa sürdü. Gazze’de büyük bir soykırım yapan İsrail, bu süreci “yalnızca zaman kazanmaya yönelik” bir taktik olarak değerlendirdi. Nihayetinde, İsrail’in İran’a yönelik örtülü ve doğrudan saldırıları başladı.
Bu saldırılar, İran’ın iç güvenlik sistemini hedef alan siber operasyonlar, nükleer bilim insanlarına yönelik suikastlar ve kritik altyapı tesislerine yönelik sabotajları içeriyordu. Özellikle Kum yakınlarında bulunan Fordow Nükleer Tesisi çevresindeki olağanüstü hareketlilik ve istihbarat raporları, çatışmanın tırmanabileceğinin habercisiydi. İran ise hem İsrail’i hem de onu perde gerisinden desteklediğini düşündüğü Amerika Birleşik Devletleri’ni açık şekilde suçladı. Bölgede tansiyon artarken, gözler Washington’a, daha spesifik olarak da Trump yönetiminin nasıl bir tutum alacağına çevrildi.
“İran rejimi ile pazarlık dönemi bitmiştir”
Donald Trump’ın 2024 sonundaki seçim zaferiyle Beyaz Saray’a dönüşü, ABD dış politikasında ciddi bir paradigma değişimine yol açmıştı.
Trump, göreve gelişinin hemen ardından yaptığı açıklamada, “İran rejimi ile pazarlık dönemi bitmiştir. Bu rejimle baş etmenin tek yolu kararlılıktır” sözleriyle yeni dönemin rotasını çizmişti. Bu söylem Tel Aviv’de memnuniyetle karşılandı.
İsrail ise Trump’ın bu yeni yaklaşımını fırsata çevirerek İran’a karşı daha agresif bir askeri strateji geliştirdi. 13 Haziran’da başlayan İsrail saldırıları İran’da sarsıntıya neden oldu.

“Ya geri adım atacaklar ya da sonuçlarına katlanacaklar”
Katil Netanyahu hükümeti, özellikle Fordow gibi sığınak tipi nükleer tesislerin tek başına etkisiz hale getirilemeyeceğini açıkça ifade ederek, ABD ile ortak hareket etme talebini diplomatik ve askeri düzlemde sık sık gündeme getirmeye başladı. Bu taleplerin ana temasını yalnızca askeri zorluklar değil, aynı zamanda İsrail iç siyasetindeki kırılganlıklar ve Netanyahu’nun siyasi bekası da oluşturuyor.
Ancak ABD’deki tablo, İsrail’dekinden daha karmaşık. Trump yönetimi İran’a karşı sert söylemlerini tırmandırsa da ABD Kongresi’nde ve kamuoyunda bu konuda tam bir fikir birliği yok. Cumhuriyetçi Parti’nin savaş yanlısı kanadı, Trump’ın İsrail’e aktif destek vermesi gerektiğini savunurken; izolasyonist muhafazakarlar ve bazı eski askerler, yeni bir Orta Doğu savaşının ABD için yıkıcı olabileceği uyarısında bulunuyor.
Pentagon içinden gelen sızan bilgilerde ise, özellikle Körfez’deki Amerikan üslerinin İran tarafından hedef alınabileceği endişesi dile getiriliyor.
Trump son açıklamalarında, “İran defalarca uyarıldı. Şimdi ya geri adım atacaklar ya da sonuçlarına katlanacaklar” gibi sözler kullandı.
Bu sözler, İsrail’in askeri planlarını cesaretlendirse de ABD’yi bölgesel bir krizden küresel bir çatışmaya taşıyabilecek potansiyele sahip. Washington’un karşısında artık yalnızca diplomatik bir kriz değil, çok katmanlı bir güvenlik meydan okuması bulunuyor. Fordow’un hedef alınması, yalnızca bir askeri operasyon değil; aynı zamanda Trump yönetiminin ne ölçüde risk alabileceğini gösterecek bir kırılma noktası olarak değerlendiriliyor.
Trump’ın önündeki seçenekler neler?
Trump’ın önündeki ilk ve en düşük riskli seçenek, İsrail’e doğrudan askeri müdahale yerine istihbarat, mühimmat, uydu takibi ve hava ikmal desteği sağlamak. Bu seçeneğe göre ABD sahada görünür olmayacak ama lojistik olarak operasyonun bel kemiğini oluşturacak. İsrail’in özellikle yer altı tesisleri hedef alırken, ABD’ye ait “Massive Ordnance Penetrator (MOP)” tipi mühimmatlara ve bu mühimmatların hassas yönlendirmesi için Amerikan uydularına ihtiyaç duyduğu biliniyor.
Pentagon kaynakları, CNN’e verdikleri demeçte, “Bölgesel dengeleri doğrudan değiştirecek bir müdahale yerine, destekleyici bir pozisyonda kalmak şu an için en makul opsiyon” açıklamasıyla bu çizgiye daha yakın olduklarını belirtti.
Bu modelin en büyük avantajı, ABD’nin İran’ın doğrudan hedefi haline gelmeden İsrail’e destek verebilmesi. Ancak bu seçenek, Trump’ın güçlü duruş sergileme arzusuyla çelişebilir.
Sınırlı bir operasyon
İkinci seçenek, ABD ve İsrail’in belli başlı nükleer hedeflere karşı koordineli, sınırlı ama etkili bir askeri operasyon düzenlemesi. Bu model özellikle Fordow gibi derin sığınaklı ve konvansiyonel silahlarla yok edilemeyecek hedefler için masada tutuluyor.
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, geçtiğimiz hafta ABD’li mevkidaşıyla yaptığı görüşme sonrasında, “İran’ın nükleer tehdidi, artık sadece bizim değil tüm Batı’nın güvenlik meselesidir.”
ifadeleriyle bu stratejik iş birliğini ima etti.
Analistlere göre, bu tarz bir operasyon Trump’ın hem içeride hem dışarıda “kararlılık” mesajı verebilmesi için ideal bir güç gösterisi. Ancak bu seçenek İran’ın bölgedeki vekil güçleri üzerinden ABD üslerine saldırı düzenlemesi, Körfez’deki enerji rotalarının hedef alınması gibi riskleri de beraberinde getiriyor.
Bu senaryo, Trump’ın dış politikadaki “ani ama sonuç odaklı” müdahale doktriniyle en çok örtüşen model olarak öne çıkıyor.
Baskı, yaptırım, tecrit
Trump’ın üçüncü seçeneği ise, yaptırımlar, siber sabotajlar ve uluslararası tecrit politikası ile Tahran’ı baskı altına almak olabilir.
Bu model, Obama ve Trump dönemlerinde İran’a karşı uygulanan “maksimum baskı” stratejisinin güncellenmiş hali. Özellikle nükleer programı yavaşlatacak elektronik sistemlere dönük siber saldırılar, ekonomik yaptırımların sıkılaştırılması ve üçüncü ülkeleri İran’la iş birliğinden caydırma girişimleri bu planın temel unsurları arasında.
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’ne yakın isimler, Foreign Policy’ye yaptıkları açıklamalarda, “Trump askeri seçeneği masada tutmak istiyor ama aynı zamanda savaşa girmeden İran’ı dizginleyebileceği bir oyun kurmak istiyor.” sözleriyle bu senaryonun da ciddi şekilde değerlendirildiğini ortaya çıkardı.
Bu strateji hem iç politikada kamuoyu tepkisini azaltacak, hem de ABD’nin bölgedeki askeri mevcudiyetini artırmadan etkinliğini sürdürecek bir yol haritası sunuyor. Ancak bu yöntemin, İsrail için yeterli caydırıcılığı sağlayıp sağlamayacağı şüpheli.
Netanyahu ABD’yi savaşa mı çekiyor?
Soykırımcı Netanyahu ve İsrail’in mevcut stratejisi ise oldukça açık. Tel Aviv, İran’ın nükleer altyapısına kalıcı zarar vermek istiyor. Ancak bunu yalnız başına başaramayacağını da biliyor. Özellikle yer altına inşa edilmiş Fordow gibi tesislerin hedef alınabilmesi için ABD’ye ait “GUB” (Gelişmiş Sığınak Delici Bomba) teknolojisine ihtiyaç duyuluyor.
İsrail Başbakanı Netanyahu, Trump ile yaptığı son telefon görüşmesi sonrası yaptığı açıklamada,
“İran’ı durdurmak sadece İsrail’in değil, tüm özgür dünyanın sorumluluğudur” diyerek ABD’nin desteğini talep etti.
İran’ın Kum kenti yakınlarında bulunan Fordow Nükleer Tesisi, hem yapısal özellikleri hem de stratejik önemi nedeniyle İsrail’in hedef listesinde başı çekiyor. Derin korunaklı sığınaklara gömülü olan bu tesis, yalnızca teknik olarak gelişmiş askeri sistemlerle etkisiz hale getirilebilir.
Trump, Fordow’la ilgili olarak basına yaptığı özel bir açıklamada, “Bu gibi tesislerin varlığı barışa değil, savaşa hizmet ediyor. Uluslararası toplum buna kayıtsız kalamaz” ifadelerini kullandı.