Cuma, Mart 21

Ülkemizde ve dünyada son yıllarda gittikçe konuşulur hale gelen “Akran Zorbalığı” özellikle içerisinde öğrenci bulunan her evin ortak sorunu haline geldi. Önceleri sadece öğrencilerin kendi sınıfları, koridorları, okul bahçelerinde tanık olunan akran zorbalığı, özellikle pandemi dönemiyle birlikte cep telefonları ve bilgisayarların kullanma sıklığının “sınırsız internet” özgürlüğü ile sadece gidilen okullarda değil, okul sınırlarını aşarak okullar arası, ilçeler arası hatta şehirler arası görünür bir hale geldi.

Peki akran zorbalığı nedir? Akran zorbalığının çözümü var mıdır? Özellikle mağdur olan öğrencilerin penceresinden ve tabi ki bu zorbalığı yapan öğrenci penceresinden ele almak ve tabi ki yapılan bu zorbalıkların geri planındaki baş aktörler yani “anne-babalar” açısından durumu değerlendirmek üzere bu alanda sayısız çalışmaya imza atan, akran zorbalığı denilince ülkemizde ilk akla gelen isimlerin başında yer alan değerli eğitimci, Ankara Üniversitesi PDR Anabilim Dalı Başkanı, Türk PDR Derneği Genel Başkan Vekili Prof. Dr. Metin Pişkin Hocam ile buluştuk ve konuyu enine boyuna ele alıp, söyleştik. Ve ortaya harika bir içerik çıktı…

Değerli Hocam, “Akran Zorbalığı” nedir? Dilerseniz tanımdan yola çıkalım…

Akran zorbalığı, en basit haliyle, bir çocuğun ya da gencin, yaşıtları tarafından kasıtlı ve tekrar eden şekilde incitilmesi, dışlanması veya zarar görmesi durumudur. Bu fiziksel olabilir—yani itme, vurma gibi hareketlerle—ya da sözlü olabilir; hakaret etme, alay etme veya lakap takma gibi. Üstelik bu sadece fiziksel veya sözlü saldırılarla sınırlı değil; bazen görmezden gelme, dışlama, yalnız bırakma gibi daha pasif ama çok etkili yöntemlerle de karşımıza çıkabiliyor. Günümüzde ise siber zorbalık oldukça yaygın. Sosyal medyada birini küçük düşürmek, kötü yorumlar yapmak, dedikodusunu yaymak ya da dijital platformlarda onu yalnızlaştırmak da zorbalık kapsamına giriyor.

Zorbalık, mağdur üzerinde ciddi psikolojik etkilere yol açabiliyor. Özgüven kaybı, akademik başarının düşmesi, kaygı ve depresyon gibi sonuçları olabiliyor. Bu yüzden hem birey olarak hem de toplum olarak buna karşı duyarlı olmamız gerekiyor. Zorbalığa uğrayan bir çocuğun ya da gencin yanında olmak, ona destek vermek, yalnız olmadığını hissettirmek çok önemli. Aynı zamanda, zorbalık yapan kişiye de bunun yanlış bir davranış olduğunu anlatmak, empati geliştirmesini sağlamak gerekiyor. Sonuçta bu, sadece mağdurun değil, hepimizin sorunu.

Hocam zorbalık ile şiddet arasında fark var mıdır?

Zorbalığı şiddetten ayıran iki temel ölçüt bulunmaktadır. Birincisi, güç dengesizliğidir. Örneğin, eşit güçteki iki kişi kavga ettiğinde buna şiddet deriz. Çünkü burada bir güç dengesizliği bulunmaz. Ancak, bir taraf fiziksel olarak daha güçlü olup diğer taraf kendisini savunamıyorsa veya psikolojik olarak bir üstünlük söz konusuysa, işte o zaman zorbalıktan söz edebiliriz. Okulda daha büyük ve fiziksel olarak güçlü bir öğrencinin, kendisini savunamayacak daha zayıf bir öğrenciyi rahatsız etmesi fiziksel güç dengesizliğine örnek verilebilir. Ancak, zorbalık her zaman kas gücüne dayanmaz. Psikolojik güç dengesizliği de zorbalığın önemli bir boyutudur. Örneğin, bir öğrencinin okulda abisi ya da güçlü bir grubu olabilir, kendisini daha güvenli hissedebilir ve bu gücü kullanarak kendisinden zayıf gördüğü birini rahatsız edebilir. Bu durumda fiziksel değil, psikolojik bir güç üstünlüğü söz konusudur ve zorbalığın temel kriterlerinden biri yerine gelmiş olur.

İkinci önemli kriter ise zorbalığın sistematik olmasıdır. Yani, bu tür saldırganca söz ve eylemler bir defaya mahsus gerçekleştiğinde buna şiddet deriz. Çünkü şiddet anlık bir öfke ya da çatışma sonucu ortaya çıkabilir, ancak zorbalıkta süreklilik vardır. Süreklilik darken, zorbaca söz ve eylemlerin haftada en az bir defa veya ayda 2-3 defa tekrarlanmasını kast ediyoruz. Zorbalığı şiddetten daha olumsuz hale getiren şey de işte bu iki kriterdir: Devamlılık gösteren bir süreç olması ve güçlü olanın zayıf olanı sürekli bir biçimde rahatsız etmesidir.

Okullarda zorbalık sadece öğrenciler arasında mı yaşanır?

Okullarda zorbalık sadece öğrenciler arasında yaşanmaz. Zorbalık, bir kişinin konumundan veya gücünden aldığı avantajı kullanarak, sistematik bir şekilde bir başkasına zarar vermesi ve onu güçsüz hissettirmesiyle ortaya çıkar. Bu nedenle, yöneticiler öğretmenlere; öğretmenler öğrenciler; hatta bazen öğrenciler öğretmenlere karşı da zorbalık yapabilir. Örneğin, bir yönetici, sürekli olarak bir öğretmeni küçümsüyor, görevleri konusunda haksız yere eleştiriyor ve psikolojik baskı uyguluyorsa, burada yönetsel bir zorbalıktan bahsedebiliriz. Aynı şekilde bir öğretmen, belirli bir öğrenciyi sürekli aşağılıyor, onunla alay ediyor veya sınıf içinde bilinçli olarak dışlıyorsa, bu da zorbalıktır.

Zorbalıkta kritik nokta güç dengesizliği ve süreklilik olduğundan, güç sahibi olan kişiler – ister yönetici, ister öğretmen, isterse daha büyük ve statü sahibi bir öğrenci olsun – eğer bu gücü kasıtlı ve sistematik olarak bir başkasına zarar vermek için kullanıyorsa, bu durum zorbalık olarak değerlendirilir. Ancak, okullarda en yaygın görülen zorbalık türü öğrenciler arasında yaşandığı için, akran zorbalığına daha fazla odaklanıyoruz. Çünkü bu tür zorbalık, öğrencilerin hem akademik başarılarını hem de psikolojik gelişimlerini doğrudan etkileyebiliyor. Fakat bu, diğer tür zorbalıkların göz ardı edilmesi gerektiği anlamına gelmez. Zorbalık, kimden kime yapılırsa yapılsın, önlenmesi gereken bir sorundur.

Akran zorbalığı sadece öğrenciler arasında görülen basit bir olay mıdır? Yoksa işin boyutu öğrenciler arasından çıkıp sınıf, okul gibi kavramların da bir savaşı mıdır?

Akran zorbalığı, sadece öğrenciler arasında yaşanan basit bir mesele gibi görünse de aslında çok daha derin ve karmaşık bir toplumsal olgudur. Çoğu insan akran zorbalığını iki çocuk arasındaki bireysel bir çatışma olarak görme eğilimindedir, ancak bu olayın etkileri bireylerin ötesine geçerek sınıf, okul ve hatta toplumsal yapıya yayılabilir.

Bir öğrenciye yönelik sistematik bir zorbalık, zamanla sadece bireyler arasında kalmaz; sınıf içi dinamikleri, grup psikolojisini ve hatta okul kültürünü etkileyebilir. Eğer bir okulda zorbalık vakalarına göz yumuluyorsa ya da bunlarla etkin şekilde mücadele edilmiyorsa, bu durum bir süre sonra normalleşir ve okul kültürünün bir parçası haline gelir. Hatta bazı durumlarda, öğretmenler veya okul yönetimi de dolaylı olarak bu döngünün bir parçası olabilir. Özellikle gruplaşmaların sık yaşandığı okullarda, belirli sınıflar veya gruplar arasında da bir tür “savaş” başlayabilir. Bu durumlarda akran zorbalığı, sadece bireylerin değil, grupların da dahil olduğu bir güç mücadelesine dönüşebilir. Eğer bir okulda zorbalığa karşı etkili önlemler alınmazsa, bu durum sadece bireyler için değil, tüm eğitim sistemi için bir sorun haline gelir. Çünkü zorbalığa uğrayan öğrencilerin sadece akademik başarıları düşmez, bu öğrenciler özgüvenlerini ve geleceğe dair umutlarını da kaybedebilirler. Bu yüzden akran zorbalığını bireysel bir çatışma olarak değil, toplumsal ve kurumsal etkileri olan bir olgu olarak ele almak gerekir. Hem bireylerin hem de kurumların bu konuda sorumluluk alması, eğitim politikalarının ve okul kültürünün bu doğrultuda şekillendirilmesi zorbalıkla mücadelede en önemli adımlardan biridir.

Akran zorbalığının türleri nelerdir?

Zorbalık dediğimizde, çoğu insanın aklına ilk olarak fiziksel zorbalık gelir. Oysa zorbalık sadece yumruk atmaktan, itmekten ya da tekmelemekten ibaret değildir. Bir insanı incitmenin, ona zarar vermenin birçok yolu vardır. Bazen bir öğrenciyle dalga geçmek, hakkında dedikodular yaymak da en az fiziksel zorbalık kadar yıpratıcı olabilir.

Fiziksel zorbalık, adından da anlaşılacağı gibi, zorbanın bedenini kullanarak veya bir cisimle mağdura saldırdığı bir zorbalık türüdür. Bazen saç çekme, itme, tekme atma gibi hareketlerle kendini gösterirken, bazen de daha ileriye giderek bıçak ya da başka kesici-delici aletlerin kullanıldığı vakalar da yaşanabilir. Araştırmalara göre, bu tür zorbalık en çok erkekler arasında yaşanmaktadır. Erkek öğrenciler hem zorba hem de mağdur olma bakımından kızlara göre daha yüksek oranlara sahiptir.

Az önce de belirttiğim gibi, zorbalık sadece fiziksel olmaz. En yaygın olanı ise sözel zorbalıktır. Küçük düşürücü sözler, dalga geçmeler, alaycı lakap takmalar, hakaretler… Bunlar bir çocuğun hayatında derin izler bırakabiliyor. Öyle ki, insanlar bazen yedikleri bir tokadı unutabiliyor, ama kendilerine söylenen incitici bir kelimeyi ömür boyu unutamayabiliyorlar. Sözel zorbalığın hem kızlar hem de erkekler arasında eşit derecede yaygın bir sorun olduğunu söyleyebiliriz.

Bir de fark edilmesi en zor ama etkisi çok büyük olan sosyal dışlama var. Bunu şöyle düşünün: Okula gidiyorsunuz ama orası artık sizin için bir cehenneme dönüşmüş. Çünkü yalnızsınız! Kimse sizinle konuşmuyor, hiçbir oyuna dahil edilmiyorsunuz. Hatta diğer çocuklar, sizinle arkadaşlık yapmasınlar diye tehdit ediliyor. Okulda herkes yan yana, gruplar halinde vakit geçirirken, siz bir köşede yapayalnız kalıyorsunuz. İşte bu da zorbalığın en sessiz ama en acı veren türlerinden biri.

Bazen de zorbalık, başkasının eşyalarına zarar vererek kendini gösteriyor. Defterini karalamak, ödevini yırtmak, kıyafetini kirletmek ya da kantinde zorla bir şeyler ısmarlatmak… Bunlar da sıkça rastlanan ve mağdur öğrenciyi hem maddi hem de manevi anlamda zorlayan bir zorbalık biçimi.

Peki ya dedikodu? Dedikodu masum bir şey gibi görünse de, aslında zorbalığın en etkili ve yıpratıcı türlerinden biri. Bir kişinin hakkında çıkarılan söylentiler, okulda hızla yayılabiliyor. Bazen küçük bir yanlış anlaşılma, kocaman bir dedikoduya dönüşüp mağdur öğrenciyi herkesin gözünde mahcup edebiliyor. Kimi zaman bu söylentiler öyle boyutlara ulaşıyor ki, çocuk okula bile gitmek istemiyor.

Bunların dışında, cinsel zorbalık da çok ciddi bir problem. Kimi zaman bir öğrencinin başka bir öğrenciye istemediği şekilde dokunması, kimi zaman rahatsız edici bakışlarla ya da argo kelimelerle cinsel anlamda tacizde bulunması… Hatta bazen beden eğitimi dersinde bir arkadaşının eşofmanını indirerek onu mahcup etmek gibi olaylar da yaşanabiliyor. Bu tür zorbalıklar, mağdurlar üzerinde çok derin izler bırakabiliyor ve mutlaka ciddiye alınması gereken bir konu.

Ve tabii ki siber zorbalık. Belki de günümüzde en fazla büyüyen ve en tehlikeli hale gelen zorbalık türü bu. Artık zorbalık okul duvarlarıyla sınırlı değil; cep telefonları ve bilgisayarlar sayesinde 7/24 devam ediyor. Bir öğrenci, gece yatağına yattığında bile zorbalığın etkisinden kurtulamıyor. Sosyal medyada yapılan kötü yorumlar, hakaret içerikli mesajlar, izinsiz paylaşılan fotoğraflar ya da hesap çalma gibi eylemler, günümüzün en büyük sorunlarından biri. Ve ne yazık ki, siber zorbalık yüzünden birçok çocuk kendini tamamen yalnız ve çaresiz hissediyor.

Akran zorbalığı ölçülebilen bir durum mudur? Elinizde ülkemizdeki akran zorbalığı ile ilgili istatistikler var mı?

​Evet, akran zorbalığı ölçülebilir bir durumdur. Bu tür davranışların yaygınlığını ve etkilerini anlamak için çeşitli anketler, ölçekler ve araştırma yöntemleri kullanılarak istatistiksel veriler elde edilmektedir. Türkiye’de de özellikle son yirmi yılda akran zorbalığını belirlemeye yönelik çok sayıda ölçme aracı geliştirilmiş ve kapsamlı araştırmalar yapılmıştır. Örneğin TIMSS 2023 verilerine göre Türkiye’de 4. sınıf öğrencilerinin %16’sı “haftada bir” akran zorbalığına maruz kaldığını belirtmiştir. Bu oran, 2019 yılında %9 idi, yani belirgin bir artış söz konusudur. Benzer şekilde, “ayda bir” zorbalığa uğradığını belirten öğrencilerin oranı %32’den %41’e yükselmiştir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından gerçekleştirilen Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2022 verilerine göre, Türkiye’deki öğrencilerin %27’si herhangi bir zorbalık türüne maruz kaldığını bildirmiştir. Bu oran, OECD ortalaması olan %20’nin üzerindedir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2022 yılında yaptığı araştırmaya göre, 6-17 yaş grubundaki çocukların %13,8’i ayda en az birkaç kez akran zorbalığına uğradığını ifade etmiştir. Benim kendi yaptığım araştırmalara göre de öğrencilerin yaklaşık üçte birinin sistematik bir şekilde akran zorbalığına uğradıkları görülmüştür. Bu veriler, akran zorbalığının pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de önemli bir sorun olduğunu ve öğrencilerin psikolojik, sosyal ve akademik gelişimlerini olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. Bu nedenle, okullarda zorbalığın ciddiye alınması ve önlemeye yönelik programların uygulanması büyük önem taşımaktadır. ​

Akran zorbalığı yapan öğrenciler ileriki yaşamlarında da zorbalığı devam ettiriyorlar mı? Akran zorbalığına uğrayan çocukların ileriki yıllardaki psikolojik durumları neler?

Evet, araştırmalar gösteriyor ki, okul yıllarında akranlarına zorbalık yapmayı alışkanlık haline getiren çocuklar, yetişkin olduklarında da saldırgan ve zorbaca davranışlar sergileme, hatta daha büyük suçlar işleme eğilimine girebiliyorlar. İskandinav ülkelerinde yapılan boylamsal araştırmalar var. Okul yıllarında sistematik bir biçimde zorbalık yapan öğrencilerin okul bittikten sonra daha büyük suçlar işleme, mahkemeye düşme, hapse girme oranları diğer öğrencilerden dört katı kadar daha yüksek. Türkiye’nin pek çok ilinde seminer verdim, konferans verdim bu konuda. Şunu fark ettim: Çocuklarına okulda en ufak bir şey yapıldığı zaman ertesi gün veli okula gelip hesap soruyor. Ama kendi çocuğu diğer öğrencilere zorbalık yaptığı zaman bundan rahatsız olmuyorlar. Hatta pek çok yerde anne-baba çocuğuna: “Sakın eve dayak yiyerek gelme, o sana vurmadan önce sen ona vur. Ağlayarak eve gelme” diyor. Bu ne anlama geliyor? Evet, sen mağdur olma ama zorba olabilirsin! Burada anne-babalara mesajımız ne olacak: Bak senin çocuğun başkasına zorbalık yaptığı zaman oralı olmuyorsun ama senin çocuğunun potansiyel olarak daha büyük suçlar işeleyebilir, topluma yük olabilir. Sen böyle davranarak çocuğa iyilik yapmıyorsun aslında.

Okul yıllarında akran zorbalığını alışkanlık haline getiren öğrenciler, eğer bir çözüm bulunmazsa, ilerleyen yıllarda otoriteye meydan okuyan, empati kurmakta zorlanan ve saldırgan eğilimler gösteren bireyler olabiliyorlar. Araştırmalara göre, çocuklukta zorbalık yapan bireylerin %40’ı yetişkinliklerinde de agresif, manipülatif ya da baskıcı davranışlar sergiliyor. Ergenlik ve yetişkinlik döneminde şiddete eğilim gösterme, suça karışma, iş yerinde mobbing uygulama ya da aile içinde agresif tutum sergileme gibi eğilimleri daha yüksek oluyor. Araştırmalar, çocuklukta zorbalık yapan bireylerin yetişkinliklerinde daha fazla suç işleme eğiliminde olduklarını ve daha fazla anti-sosyal kişilik bozukluğu belirtileri gösterdiklerini ortaya koyuyor. Eğer zorbalık güç gösterisi ve statü kazanma amacıyla yapılıyorsa, kişi bunu yetişkinlikte de devam ettirebiliyor. İş yerinde, evlilikte, hatta ebeveyn olduklarında çocuklarına karşı bile baskıcı ve manipülatif tutumlar geliştirebiliyorlar. Ancak, her zorba çocuk yetişkinlikte de zorba olmuyor. Eğer aile, okul ve toplum tarafından doğru yönlendirilir ve empati geliştirmeleri sağlanırsa, bu çocuklar zamanla daha sağlıklı sosyal beceriler kazanabiliyorlar.

Akran zorbalığına uğrayan çocuklarda ise durum daha karmaşık ve zorlayıcı olabiliyor. Bulgular mağdur öğrencilerin yetişkinlikte depresyon ve kaygı bozukluğu yaşama ihtimallerinin daha yüksek olduğunu, kronik stres ve düşük benlik saygısı, onların gelecekteki ilişkilerini ve iş hayatlarını olumsuz etkileyebiliyor. Ayrıca, sürekli dışlanan, alay edilen veya kötü muamele gören çocuklar, yetişkin olduklarında da diğer insanlarla iletişim kurmakta zorlanabiliyorlar. İş ortamında ya da sosyal hayatta girişken olamama, başkalarının sözlerini fazla önemseme ve eleştirilere aşırı duyarlı olma eğilimi gösterebiliyorlar. Hatta kendine güven eksikliği nedeniyle iş ortamında daha az liderlik rolü üstlenme, sürekli başkalarına bağımlı olma veya aşırı uyumlu bir tutum sergileme eğiliminde olabiliyorlar.

Akran zorbalığı denilince ilk akla gelen mağdur olan bir çocuk silüeti geliyor. Peki ama mağdur çocuğun karşısında illa suçlu bir çocuk mu aramalıyız? Anne-babalar zaten kendi çocuklarını anaokulundan itibaren güdülemiyorlar mı: “Sen de onun saçını çek!”, “Sen de ona vursaydın!”, “Sen neden onun kalemini çöpe atmadın!” şeklinde yüzlerce cümle ile aslında çocukları akran zorbalığına evlerde, araba içerisinde, kahvaltı sofralarında kurulan “masum!” cümleler, “intikam” kokan ve anlık çözüm üreten “bilinçli” anne-babaların kurdukları ve kurdurdukları cümlelerin üzerine gidecek olursak, bu cümlelerdeki gerçek “özne”ler çocuklar mıdır yoksa anne-babalar mıdır?

Akran zorbalığı tartışılırken genellikle mağdur ve zorba olarak iki taraf belirlenir ve olay, çocuklar arasında yaşanan bir durum gibi ele alınır. Oysa işin temelinde, çocukları yönlendiren, onların değerler sistemini şekillendiren aileler, sosyal çevre ve kültürel yapı vardır. Yani, akran zorbalığının gerçek öznesi her zaman çocuklar değil, onları şekillendiren yetişkinlerdir.

Eğer bir çocuk, anaokulundan itibaren kendini korumak yerine saldırarak var olması gerektiğini öğrenirse, büyüdüğünde başkalarına zarar vermesi kaçınılmaz olur. Çünkü aslında çocuk kendisine öğretileni uygulamaktadır.

-“Sen de onun saçını çek!”

-“Sen de ona vursaydın!”

-“Neden kalemini kırmadın?”

-“Onlar seni dışladıysa sen de başkalarını dışla!”

-“Güçlü olan kazanır, kimseyi ezdirme kendini!”

Bu cümleler aslında anne-babaların çocuklarına verdikleri görünmez “zorba ol” komutlarıdır. Zorbalığın sadece fiziksel şiddetle sınırlı olmadığını; psikolojik ve duygusal baskıların da birer zorbalık biçimi olduğundan daha önce söz etmiştik. Çocuklara, sorunlarını konuşarak çözmek yerine misilleme yaparak, karşılık vererek ve intikam alarak çözmeleri öğretilirse, bu anlayış onların hayatlarının ilerleyen dönemlerinde de yerleşik hale gelir.

Belki de burada sorulması gereken temel soru şu: Çocukları zorba yapan sistemin içinde, anne-babalar nasıl bir rol oynuyor?

Maalesef bazı anne-babalar çocuklarına çatışmaları sağlıklı bir şekilde çözmek yerine kendini korumanın tek yolunun karşı tarafı ezmek olduğunu öğretiyor. Güçlü olmak ile zorbalık yapmak arasındaki fark anlatılmıyor. Bir çocuğun kendini koruması ile başkasına zarar vermesi arasındaki çok ince bir çizgi vardır. Ayrıca aile içinde kullanılan dil de önemlidir. İletişim dili ve problem çözme şekli akran ilişkilerine doğrudan yansıdığından, ev içinde öfke ve şiddet dili yaygın kullanılıyorsa, çocuklar da dış dünyada bunu kullanırlar. Ayrıca çocukların model alarak öğrendiği unutulmamalıdır. Eğer bir çocuk evde sürekli aşağılanıyorsa, anne-babasının güç sahibi olmak için başkalarını ezdiğini görüyorsa, öfkeli ve saldırgan ebeveynlerle büyüyorsa, başkalarını ezerek saygı kazanabileceğini öğreniyorsa o çocuk zorbalık yapmayı doğal bir şey olarak benimser. Yani asıl suçlu çocuk değil, ona bu kodları veren toplum, aile ve kültürel çevredir.

Özetle, akran zorbalığını sadece bir çocuk sorunu olarak görmek eksik bir bakış açısı olur. Çocuklar zorba doğmazlar; zorbalık yapmayı öğrenirler. Bunu öğrenirken de anne-babalarının, öğretmenlerinin, çevrelerinin ve medyanın onlara nasıl bir model sunduğu belirleyici olur. Bu yüzden akran zorbalığına çözüm ararken, sadece mağdurları ve zorba çocukları konuşmak yerine, bu döngüyü besleyen ebeveyn tutumlarını, eğitim sistemini ve toplumsal değerleri de masaya yatırmak gerekir. Eğer çocuklarımızın daha sağlıklı empatik ve güçlü bireyler olmalarını istiyorsak, onlara nasıl davranmaları gerektiğini sadece sözlerimizle değil, davranışlarımızla da göstermeli ve onlara model olmalıyız.

Akran zorbalığı ile ilgili son dönemde Milli Eğitim Bakanlığımızın uyguladığı yepyeni bir kavram “akran arabuluculuğu” var. Siz nasıl buluyorsunuz Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu uygulamasını?

Akran arabuluculuğu uygulaması öğrenci anlaşmazlıklarının çözümünde kullanılan etkili bir yaklaşımdır. Bu uygulama, yaşıt veya yakın yaşta olan öğrenciler arasında yaşanan çatışmaların, eğitim almış tarafsız bir akran arabulucu aracılığıyla, yüz yüze müzakere edilerek yapıcı ve barışçıl bir çözüme ulaştırılmasını hedefleyen bir uyuşmazlık çözüm yöntemidir. Bu program öğrencilerin kendi sorunlarını çözmede daha fazla sorumluluk almasını teşvik eder ve pozitif bir okul ortamının oluşmasına destek olur. Bu tür programların yaygınlaştırılması, uzun vadede daha huzurlu ve iş birliğine dayalı bir toplumun oluşmasına katkı sağladığından oldukça yararlıdır.

Özellikle okul içlerinde sizin çözüm önerileriniz neler? Müdür, okul psikolojik danışmanı/rehber öğretmen ve öğretmen üçgeninde çözüm üretmek mümkün mü?

Okullarda akran zorbalığı sorununu yönetmek için etkili çözümler üretmek mümkündür. Ancak bunun için tüm paydaşların, yani başta okul müdürü olmak üzere yöneticiler, psikolojik danışmanlar, öğretmenler, öğrenciler ve velilerin iş birliği yaparak etkili bir mücadele stratejisi belirlemeleri ve uygulamaları gerekir. Bu çerçevede okul müdürlerinin zorbalıkla ilgili politikaları oluşturmaları ve uygulamaları; psikolojik danışmanların zorbalık yapan ve mağdur olan çocuklarla bireysel ve grupla psikolojik danışma ve psikoeğitim programları uygulamaları, akran arabuluculuğu gibi çözümler üretmeleri; öğretmenlerin ise sınıf içi kuralları uygulamaları, öğrencilerin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemeleri ve gerektiğinde yönetime bildirimde bulunmaları beklenir.

Zorbalığın bireysel bir sorun değil, bir okul kültürü sorunu olduğu dikkate alındığında, zorbalığın azaltılması ve çocukların daha sağlıklı bir okul ortamında büyümeleri için paydaşların birlikte çalışması kaçınılmazdır. Daha spesifik ifade edecek olursak;

-Zorbalığa karşı önlemler erken yaşlardan itibaren alınmalıdır.

-Zorbalığa sıfır tolerans ilkesi benimsenmelidir.

-Öğretmenler ve okul yöneticileri, zorbalığa uğrayan çocukların yalnız olmadığını hissettiren bir okul ortamı oluşturmalıdır.

-Okullarda zorbalığa karşı farkındalık programları uygulanmalı, bu çerçevede okuldaki hemen herkese eğitim verilmelidir. Sadece öğrencilere, öğretmenlere, yöneticilere, velilere değil, kantin çalışanlarına, servis sürücülerine kadar çocuğu etkileme olasılığı olan tüm personele eğitim verilmelidir.

-Zorbalık yapan ve mağdur olan öğrencilerle ayrı ayrı psiko-eğitim programları uygulanmalı veya onlarla psikolojik danışma oturumları düzenlenmelidir. 8-10 veya en fazla 15 kişilik küçük gruplarla yürütülecek bu çalışmalarda mağdurlarla ayrı, zorbalarla ayrı oturumlar düzenlenmelidir. Öfke kontrolü, stres yönetimi, iletişim becerileri güvengenlik, özsaygı, sosyal beceriler, akran arabuluculuğu gibi konular buna örnek verilebilir.

-Bazı öğrenciler kişilik yapıları veya özel durumları nedeniyle grup oturumlarına uygun olmayabilir, gruptan yeterince yararlanamaz veya grubun diğer üyelerini huzursuz ederler. Bu öğrencilerle grup halinde değil, bireysel ilgilenmek gerekir.

-Aileler, çocuklarını dinlemeli ve onlara destek olmalıdır. Özellikle çocuklarının okulda yaşadığı sorunları küçümsememeli ve duygularını anlamaya çalışmalıdırlar.

-Siber zorbalık günümüzde giderek arttığı için dijital ortamda güvenli davranışlar geliştirmek önemlidir. Ebeveynler ve öğretmenler, çocukların internet kullanımını bilinçli şekilde yönlendirmeli ve zorbalığa karşı nasıl tepki verebileceklerini öğretmelidir.

-Tüm okullarda karakter eğitimine önem verilmelidir.

Zorbalığın panzehri arkadaşlıktır, dostluktur, güzel ilişkilerdir. Okulun ve ailelerin rekabeti değil, işbirliğini ve dostluğu geliştirmeleri için çocukları motive etmeleri son derece önemlidir.

Tabi ki sosyal medya kullanımının çılgınlık boyutunda yaşandığı günümüzde sadece okullarda değil, öğrenci servislerinde, evlerde, avm’lerde kısacası cep telefonu aracılığıyla kullanılan sosyal medya platformlarına erişimin 24 saat üzerinden ve sınırsızca sağlandığı günümüzde, sizin öğrencilere ve özellikle ailelere önerileriniz neler?

Günümüzde akran zorbalığı sadece fiziksel ya da sözlü değil, dijital ortamlarda da hızla yayılan bir sorun haline gelmiştir. Siber zorbalık, çocuklar ve gençler için okul sonrası bile devam eden bir psikolojik baskı mekanizmasına dönüşebiliyor. Bu nedenle, yalnızca okullarda değil, servislerde, evlerde ve sosyal medya platformlarında da önlemler almak gerekiyor.

Önce ailelere yönelik önerilerde bulunayım:

-Çocuklarınızın dijital dünyada nasıl hareket ettiklerini bilinçli bir şekilde takip edin, yasaklayıcı değil yönlendirici olun.

-Tanımadıkları kişilerle internette iletişim kurmamaları gerektiğini anlatın.

-Kişisel bilgilerini başkalarıyla paylaşmamaları konusunda bilinçlendirin.

-Sosyal medyada zorbalık yapmama ve yapılırsa nasıl tepki vermeleri gerektiğini öğretin.

-Başkalarının fotoğraflarını izinsiz paylaşmanın ve alay etmenin zorbalık olduğunu açıklayın.

-Kendi başlarına zorbalıkla karşılaştıklarında size ya da bir öğretmene söylemeleri gerektiğini vurgulayın.

-“Like” ve takipçi sayısının bir kişinin değerini belirlemediğini anlatın.

-Çocuklarınızın kullandığı sosyal medya platformlarını siz de kullanarak nasıl işlediğini anlayın.

-Onların hangi içerikleri tükettiğini ve kimlerle etkileşimde olduğunu gözlemleyin.

Öğrenciler için ise şunları önerebilirim:

-Dijital dünyada “siber ayak izi” olduğunu unutma. Paylaştığın her şeyin kalıcı olduğunu bil. Bir fotoğrafı ya da mesajı silmek, onun tamamen yok olduğu anlamına gelmez.

-Kimseye şifrelerini ve kişisel bilgilerini paylaşma.

-Zorbalık Yapma, Zorbalığa Sessiz Kalma!

-Başkalarına kötü yorumlar yapmaktan kaçın.

-Bir arkadaşının zorbalığa uğradığını görürsen, öğretmenine veya bir yetişkine haber ver.

-Zorbalık yapan biriyle tartışmaya girme, mesajları sakla ve bildir.

-Günlük ekran süreni belirle, gereğinden fazla vakit geçirme.

-İnternette gördüğün her şeye inanma, güvenilir kaynakları takip et.

-Telefonu bir kenara bırakıp gerçek dünyada arkadaşlarınla vakit geçirmeyi unutma!

Sonuç olarak sosyal medya artık hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Bundan kaçmak mümkün olmadığına göre çocuklarımızı yasaklarla değil, doğru yönlendirmelerle koruyabiliriz. Okul yöneticileri, öğretmenler, psikolojik danışmanlar, veliler, öğrenciler kısacası tüm paydaşlar iş birliği içinde hareket edersek, çocuklarımızı siber zorbalıktan koruyabilir ve onları dijital dünyanın bilinçli kullanıcıları haline getirebiliriz.

Değerli fikirleriniz ve katkılarınız için şahsım ve haber7.com okuyucuları adına çok teşekkür ediyorum kıymetli Hocam.

Paylaşmak
Exit mobile version