Pazartesi, Ekim 6

Yeryüzü, bazen bir çocuğun suskunluğuna hapsolur. Ne kelimeler yeter o sessizliğe, ne de satır aralarına sızan akademik tanımlar… Yalın ayak bir çocuk belirir karşımızda: Sırtı dönük, boynu hafifçe öne eğilmiş, hiçbir yöne ait olmayan bir duruşun taşıyıcısı. Adı Hanzala’dır. Köklerinden koparılmış, çocukluğu elinden alınmış bir halkın görsel hafızadaki çığlığıdır. Sözün tükendiği yerde, yüzünü göstermeyen bu figür, milyonların söyleyemediklerini ifade eder. Bir çocuğun suskunluğunda direniş vardır; hem de bağıranlardan daha yüksek bir perdeden.

Hanzala, yalnızca bir karikatür değildir. O, mülteci kamplarında donup kalmış bir zamanın çocuğudur; hiçbir coğrafyaya tam olarak ait olmayan, hiçbir tarihin parantezine sığmayan bir semboldür. Onu gören herkes tanır; ama kimse onun yüzünü bilmez. Çünkü Hanzala yüzünü, yalnızca özgür bir Filistin’e dönecektir. 10 yaşında sabitlenmiş bir zaman tanığı olarak, onun büyümeyi reddetmesi aslında bir halkın yarım kalmış çocukluğudur. Naci el-Ali’nin kaleminden doğan bu figür, kişisel değil kolektif bir hafızanın taşıyıcısıdır. Hanzala, geçmişe dönük bir özlem değil; geleceğe dair inatçı bir bekleyiştir.

Günümüzün hızla tüketilen imgeler dünyasında, Hanzala’nın basit çizgilerle kurduğu sessizlik, gürültüye meydan okuyan bir sadeliktir. Sırtını dönerek yüzümüze ayna tutar; susarak haykırır. Onu anlamak, yalnızca Filistin’i anlamak değildir; aynı zamanda yitirilen adaleti, sessiz bırakılmış çocukluğu ve her gün biraz daha silikleşen insan vicdanını hatırlamaktır.

Bugün, bu figürün arkasında yükselen sessizlik duvarı bir çağrıdır bize: Artık Hanzala yüzünü dönsün.

Ama bu çağrı, yalnızca sembolik bir dilek değil, aynı zamanda kolektif bir sorumluluğun ifadesidir. Çünkü Hanzala’nın yüzü, özgürlüğün yüzüdür; dönmesi için, önce dünyanın dönmesi gerekir.

Tarihsellik ve Yitirilmiş Çocukluk: Hanzala’nın Doğuşu

Bir halk sürüldüğünde sadece toprağını kaybetmez; zamanı da yitirir. Takvimler yerinden oynar, mevsimler değişir ama bir çocuğun yaşı hep aynı kalır. Hanzala, 1948’de zorla yerinden edilen bir kuşağın çocuğudur. Ne doğduğu yer vardır ne de büyüyeceği bir ülke. O, mülteciliğin dondurduğu bir zaman kapsülüdür. İsrail’in kuruluşuyla birlikte bir halkın sürgün edilişi yalnızca demografik bir dram değil, aynı zamanda varoluşsal bir kırılmadır. İşte Hanzala, bu kırığın görsel yankısıdır.

1969 yılında, Lübnan’da yaşayan Filistinli karikatürist Naci el-Ali tarafından çizilen Hanzala figürü, doğrudan bu tarihsel travmanın estetik bir tezahürü olarak ortaya çıktı. El-Ali, çocukluğunu kaybetmiş milyonların adına kaleme sarıldı. Onun karikatürleri, kelimelerin yetmediği yerde çizgilerin konuştuğu bir çağrıya dönüştü. Hanzala, yalnızca bir karakter değil, aynı zamanda bir etik duruşun simgesiydi. El-Ali şöyle der: “Hanzala benim vicdanımdır. Onu yalnızca Filistin özgür olduğunda büyüteceğim.”

Hanzala’nın 10 yaşında kalması, Naci el-Ali’nin yurdundan sürüldüğü yaşa işaret eder. Bu, kişisel bir travmadan çok daha fazlasıdır; bir halkın kolektif zamanının donduğu andır. Bu nedenle Hanzala, kronolojik olarak değil, varoluşsal olarak büyüyemez. Her yıl geçer ama Hanzala hep aynı kalır. Çünkü tarih, bu halk için ilerlemez; döngüsel bir bellek içinde, sürekli aynı acıyı tekrarlar.

Hanzala’nın yüzünün gösterilmemesi ise bilinçli bir tercihtir. O figür, yüzüyle değil, duruşuyla konuşur. Sırtını dünyaya dönmesi, yalnızca İsrail’e ya da emperyalizme karşı bir tavır değil; aynı zamanda Arap dünyasının suskunluğuna, Batı’nın çifte standartlı insancıllığına da bir tepkidir. Sırtını dönen çocuk, gerçekte gözlerimizi kendi yüzümüze çevirir. Tanıdık değildir ama tanıdığımız her şeyden daha gerçektir.

Naci el-Ali, sanatını estetik bir formdan çok, ahlaki bir tanıklık olarak görür. Onun karikatürleri birer belgedir; sömürgeciliğe, yersizliğe, inkâra ve çarpıtılmış tarihe karşı açılmış birer hafıza mahkemesi… Hanzala da bu mahkemenin suskun ama en güçlü tanığıdır. Acıya bakmak bir tür sorumluluktur; Hanzala ise bu bakışı tersine çevirir. O bize bakmaz; biz onun sırtına bakarken kendi yönümüzü sorgularız.

Bugün hâlâ Gazze’de, Beyrut’ta, Doğu Kudüs’te, mülteci kamplarının duvarlarında ya da dijital afişlerde Hanzala’nın figürü karşımıza çıkar. Ve her defasında aynı soruyu sorar gibi durur: “Ben hâlâ buradayım. Siz neredesiniz?”

Dijital Çağda Hanzala: Yeni Kuşaklar, Yeni Yüzler

Artık Hanzala sadece mülteci kamplarının duvarlarında değil; TikTok’un kısa videolarında, Instagram’ın hikâyelerinde, X’in hızlı akan gündeminde, tişört tasarımlarında, artırılmış gerçeklik filtrelerinde, NFT koleksiyonlarında da var. Sırtı dönük bu küçük figür, analog çağın karanlık sokaklarından çıkıp, algoritmalarla örülü yeni bir dijital peyzaja adım atmış durumda.

Peki bu dönüşüm ne anlama geliyor? Hanzala’nın varlığı hâlâ radikal bir tanıklık mı, yoksa nostaljik bir ikonun yeniden paketlenmiş bir versiyonu mu?

Z kuşağı, travmanın belleğini sosyal medya estetiğiyle yeniden işliyor. Hanzala, yeni jenerasyonlar için artık sadece bir Filistinli çocuğun figürü değil; sisteme karşı kolektif bir suskunluğun, ama aynı zamanda kolektif bir bilincin simgesi. Kimi zaman kefiye desenli bir avatar, kimi zaman gözlük takmış bir “remix”; ama özde hâlâ aynı: Dönmeyen bir yüz, konuşmayan bir ağız, pes etmeyen bir duruş.

Bugünün çocukları, Hanzala’nın sırtını değil, artık yüzünü görmek istiyor olabilir mi? Çünkü onların tanıklığı, yalnızca protestoya değil, bir karşı-dünya tahayyülüne de ihtiyaç duyuyor. Belki de bu kuşak, Hanzala’nın sırtını dönmesinden değil, yüzünü dönmemesinden yoruldu. Onlar, artık umutla yüz yüze gelmek istiyor olabilirler.

Yine de Hanzala’nın yüzü hâlâ gösterilmiyor. Belki de bu bir direnç biçimi değil, bir bekleyiştir. Dijital çağın en hızlı mecralarında bile, bu çocuk hâlâ acele etmiyor. Ve bu acele etmeyiş, hâlâ öğrenilecek çok şeyin olduğuna dair suskun bir öğreti taşıyor.

Hanzala Yüzünü Dönsün Mü?

Hanzala’nın yüzü dönüyorsa, bu bir tükeniş değil; bir başlangıç olmalıdır. Onun yüzü dönüyorsa, artık hakikat saklanamaz hâle gelmiştir. Yüz dönmek, artık susmamak anlamına gelmelidir.

Ancak unutulmamalı ki; Hanzala’nın sırtı sadece geçmişe değil, hâlâ süren adaletsizliğe dönüktür. Bu yüzden, yüzünün dönmesi için yalnızca görsel bir jest değil, tarihsel bir değişim gereklidir. O hâlde mesele şudur:

Biz, Hanzala’nın yüzünü döneceği bir dünya kurabilecek miyiz?

Bu dünya, yalnızca Filistin’in özgürlüğüyle sınırlı olmayan; her ezilenin sesi olan, her sessizliğin dili olan bir adalet hayalini kurabilmelidir. O hayal gerçekleştiğinde, yalnızca tanklar değil, diller de susmayı bıraktığındA belki o zaman Hanzala dönüp bakar. Belki o zaman, çocukların sırtı duvara değil, umuda yaslanır.

Ve o gün geldiğinde…

O yüz, yalnızca bir çocuğun değil; insanlığın yüzü olacaktır.

Paylaşmak
Exit mobile version