Pazar, Eylül 29


Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD’nin New York kentindeki Türkevi’nde TRT Haber Kanal Koordinatörü Mücahid Eker’in gündeme dair sorularını cevapladı.


Bakan Fidan, Birleşmiş Milletler (BM) 79. Genel Kurulu kapsamındaki temaslarının Türkiye açısından oldukça verimli geçtiğini ifade ederek, Türk heyetinin onlarca farklı toplantı ve etkinliğe katıldığını dile getirdi.


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Genel Kurul’da yaptığı hitaba ilişkin Fidan, “Bütün bakan arkadaşlar ve diğer tanıdığım devlet adamlarından bana gelen geri bildirimler, inanılmaz derecede etki oluşturmuştu. Çünkü özellikle son bir yıldır Gazze’de devam eden soykırımı ve Filistin meselesinin çözümünü gündemine alan o tarihi konuşma ki hitabına baktığınız zaman yaklaşık üçte ikilik bir kısmı Filistin meselesine ayrılmıştı. Dünyanın dikkatini buraya çeken bir hitaptı. Bu hitabın tarihi bir etkisi oldu. Karşılaştığımız herkes bu hitaba ilişkin övgüsünü söyledi.” diye konuştu.


Fidan, kendisinin de çok sayıda ikili ve çok taraflı görüşmeye katıldığını, BM temaslarında Türk dış politikasının ilgi alanına giren birçok etkinliğe farklı düzeylerde katılım sağlandığını söyledi.


“Gazze meselesi bir turnusol kağıdı görevi gördü”


“Gazze meselesi bir turnusol kağıdı görevi gördü. Maalesef uluslararası sistemin, başta Birleşmiş Milletlerin hayati organları olmak üzere bazen çalışmadığını, bazen iflas ettiğini gösteren bir durum.” diyen Fidan, BM Güvenlik Konseyi’nde Slovenya Dönem Başkanlığında Filistin konulu bir toplantı yapıldığını ve orada hitapta bulunduğunu dile getirdi.


Fidan, hitabında Güvenlik Konseyi üyelerine, “Sizin etkisizliğiniz yüzünden buradaki soykırım devam ediyor.” ifadesini kullandığını aktardı.


BM sisteminin çalışmadığının ortada, Gazze’deki soykırımın bir trajedi olduğunu ancak daha büyük trajedinin, uluslararası sistemin bu ikiyüzlülüğü ve çalışmada etkisiz kalması olduğunu vurgulayan Fidan, şöyle devam etti:


“Bu ikiyüzlülük, Gazze’deki soykırıma benzer başka soykırımları, başka kuralsızlıkların, hukuksuzlukların önünü açacak bir sistemik duruş. Bu sistemik hatayı biz düzeltmezsek Gazze’ye benzer çok fazla sorun alanıyla karşılaşacağız. Onun için hem Cumhurbaşkanı’mız hem bizler canhıraş bir şekilde uluslararası topluma çağrıda bulunmaya devam ediyoruz. Güzel olan şey şu, bizim bu fikrimiz gerçekten büyük bir çoğunluk tarafından paylaşılıyor. Ama bir grup elitin kendi menfaatlerini kaybetmeme adına bu duruşu değiştirmemeleri, o da başka bir gerçeklik. Bu duruş ne zaman değişir? Var olan sistemsizlik, bunlar kendi adına sistem diyorlar. Bir duvara vurana kadar.”


 


Fidan, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliğinin oluşturduğu Gazze Temas Grubu’nun, geçen yıl İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ardından Türkiye’nin teklifiyle oluşturulduğunu hatırlatarak, bu oluşumun, iki devletli çözüm ve Filistin devletinin hayata geçirilmesi meselesini, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ekibi tarafından dünyaya unutturulmaya çalışıldığı bir dönemde yaptığı çalışmayla dünyanın gündemine oturttuğunu söyledi.


BM’ye gelmeden önce kendi aralarında da yoğun bir hazırlık ve planlama yaptıklarını belirten Fidan, BM marjında birçok toplantı yaptıklarını ve bu toplantıların etkili olduğunu vurguladı.


Fidan, şöyle konuştu:


“Filistin devleti olmadan Filistinlilere egemen olacakları, güvenlik içinde olacakları, kendi toprakları verilmeden ne İsrail’in ne bölgenin güven içinde, barış içinde olmayacağı da uluslararası toplum tarafından kabul edilmiş durumdaydı. Ondan önce biliyorsunuz İsraillerin bir güvenlik söylemi vardı; ‘İşte Filistinlilerin çoğu terörist, biz kendimizi korumak için bu insanlara saldırıyoruz’, işgalin kendisi unutturulmuş, zulümlerin kendisi unutturulmuş, aşağılanmanın kendisi unutturulmuş, başka bir hikaye anlattırılmıştı. Bir illüzyonun içinde yaşıyordu uluslararası toplum. Maalesef İslam ülkelerinin çoğu da bu sessizlik karşısında bir şey yapmıyorlardı ama şimdi çok şükür yani gerçekten bu çalışmalar neticesinde Filistin devletinin hayata geçmesi konusunda çok önemli adımlar atılıyor. Yasal düzeyde ve diplomatik düzeyde bu tanım çok ileri noktaya gitmiş durumda.”


BM’de bulunan 150’den fazla ülkenin, Filistin’in devlet olarak kabul edilmesini canhıraş bir şekilde savunduğuna işaret Fidan, bu konuda ciddi neticeler alacaklarına inandığını söyledi.


 


“İsrail savaşı bölgeye yaymak istiyor”


Fidan, bir yıl önce söylediklerinin vuku bulduğunu, bunun böyle olmasını istemediklerini belirterek, “Yani İsrail durdurulmazsa Gazze’de, Filistin’de bu savaşı başka yerlere de taşıyacak diye söylemiştik.” ifadesini kullandı.


İsrail’in Gazze’deki kendince hedeflerine, askeri hedeflerine ulaştıktan sonra şimdi cepheyi Lübnan’a taşıdığını kaydeden Fidan, “Bu birçok aktör için sürpriz olmadı. Gelecek sene bu operasyonu nereye taşıyacak? Hangi hedefleri yok etmek için bu momentumu kullanacak? Onu da hep beraber göreceğiz. Ama görünen o ki şu anda savaşın bölgeye yayılımı konusunda İsrail’de, Netanyahu ve ekibi içinde ciddi bir arzu var, bunu ilerletmeye çalışıyorlar.” diye konuştu.


Fidan, Amerika ve uluslararası toplumun bu konudaki sessizliğinin de ürkütücü bir duruma geldiğini dile getirerek, İsrail’in, Hizbullah’a yönelik son iki haftada düzenlediği saldırılara istihbarata dayalı olarak uzun zamandır hazırlık yaptığına dikkati çekti.


“Nasrallah bölgenin önemli figürüydü. Lübnan için önemli bir figürdü. Onun yokluğunun bıraktığı boşluğun zor doldurulacağını ben açıkçası düşünüyorum. Hem Hizbullah için hem İran için Nasrallah’ın ölümü büyük bir kayıp oldu. Kendisiyle savaş başladıktan 10 gün sonra Lübnan’da görüşmüştük. Çok zor şartlar altında, gerçekten zor şartlar altında bir görüşme imkanımız oldu.” ifadelerini kullanan Fidan, görüşmeler sonrası Hizbullah’ın var gücüyle bir savaş içine girmeyeceğini öngördüğünü aktardı.


 


Bakan Fidan, şunları kaydetti:


“İsrail, Gazze’deki hedeflerine ulaştıktan sonra şimdi Lübnan’a geldi. Lübnan’dan sonra nereye gider? Hangi hedefler üzerinde çalışır? Buna ilişkin birtakım öngörülerimiz var, şimdilik o öngörüler bizde kalsın.”


“İsrail’e kim, nasıl “dur” diyecek?


Fidan, Amerikan siyasetinde “siyonizm”in kök saldığını vurgulayarak, “Amerikan devletinin bütün gücünün İsrail’in aklına hizmet eden bir yapıya dönüşmüş olması burada artık rahatsızlık veren bir konu olmaktan çıkmış, hayatın kabul edilen bir gerçeği haline dönüşmüş. Bu da tabii aklı başında Amerikalıları inanılmaz şekilde rahatsız ediyor.


Yani buna olan itirazlarını belli devlet adamları ve siyasetçiler sistem içinde kalarak dillendiremiyorlar bile. Böyle bir çaresizlik içindeler. Bu çaresizlik sarmallığı dediğim gibi bu düzenin bir duvara vurana kadar devam edeceğini öngörüyorum maalesef ama gidişat iyi değil. Onlar için hele hiç iyi değil.” dedi.


Blinken ile görüşme


ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile görüşmesine ilişkin değerlendirmede bulunan Fidan, birçok konuyu mevkidaşıyla görüştüğünü belirtti:


“İkili ilişkilerimize dair konular var. Biliyorsunuz özellikle Cumhurbaşkanımızın ABD ile ilişkilerde bir vizyonu var. Sadece güvenlik eksenli değil. Ekonomiyi de en az güvenlik kadar öne alan ticaret, teknoloji transferi konularında iş birliği yapmak. Bunlar önemli. Stratejik mekanizmayı da hayata geçirdiğimizde buna yönelik alt komiteleri de çalıştırmaya başladık. Bunlar bizim başlıklarımız. Onun dışında bizim için önemli konulardan biri ABD’nin Suriye’de PKK’ya desteğinin kesilmesi meselesi. Bu konuda görüşmelerimiz devam ediyor.


Onun dışında ABD’nin savunma sanayiinde Türkiye ile olan bir takım kısıtlamalara dayanan politikalarını kaldırması meselesi gündemimizde var. Çünkü bu müttefiklik ruhuyla uyuşan şeyler değil. Türkiye’nin Cumhurbaşkanımızın tabiriyle kendi göbeğini kendisi kesmesi konusunda iradesi var. Biz aynı ittifaklık sistemi içerisinde uzun yıllar müttefiklik yaptığımız bir ülkeyle aramızdaki bu müttefiklik ruhuna karşı olan bu problemli alanların olmasını istemiyoruz. Onun dışında bölgesel konular var. Tabi Kafkaslardaki barış, Ermenistan-Azerbaycan, Rusya-Ukrayna savaşının gidişatı meselesi… Aynı zamanda olmazsa olmazımız Gazze’deki duruşumuz ve o konudaki beklentilerimizin yeniden gündeme getirilmesi… Çok geniş bir bütünlük içerisinde meseleleri ele aldık.”


 


F-35 süreci


Burada bizim her zaman durduğumuz bir prensip var. CAATSA meselesi Türkiye ile ABD arasında müttefiklik ilişkisini zedeleyen hususlardan birisi olmuştur. Bundan çıkmamız lazım. Amerikan Senatosu’nda kongre üyeleriyle yaptığım görüşmede de dedim. Sizler Hindistan’ın nükleer silahlarını yönetebilen müttefiklik ve mevzuat şekli geliştirdiniz. Türkiye’nin sahip olduğu bir savunma sisteminden dolayı topyekün ABD-Türkiye ilişkilerini riske atan bir stratejik bakışla, değerlendirmeyle alakası yok. Bu bizi bir kapanın içine sıkıştırdı. Bu kapandan her iki ülkenin de çıkması lazım.


Ben burada pozitif bir yaklaşım gördüm. Bunun modelitesi, çeşitleri nasıl olur ona ilişkin teklifler gündeme geliyor. Cumhurbaşkanımıza da konuları arz ediyoruz. Onun da kararlı durduğu bir husus bu. Önemli olan olgun bir şekilde sorunu tanımlayıp, bu soruna yönelik iradeyi, tavrı ortaya koymak. Yakın zamanda somut bir adım gelir mi, bekleyip göreceğiz. 


 


“BRICS’i bir potansiyel olarak görüyoruz”


Biz milli kimliğimizden tarihi yürüyüşümüzden emin olan bir milletiz. Hükümetimiz, devletimiz bu kimlik parametrelerine tamamıyla sahip çıkıyor. Cumhurbaşkanımız bu milli iradenin teveccühü olarak bir liderlik gösteriyor. Bizim ittifak ilişkilerimiz bir kimlik arayışıyla ilgili konular değil. Doğuculuk, Batıcılık değil. Türkiye’nin çıkarlarına uygun, aynı zamanda dostlarını ve bölgesini de barış içinde tutacak bir arayıştır. Çok dinamik bir dünyada yaşıyoruz. Herkes bizim gibi düşünmeyebiliyor.


Avrupa Birliği daha önce de ifade ettim tamamıyla Türkiye ile ilgili. Müslümanlarla ilgili konularda kimlik temelli politikalar izliyor. Birçok konuda rasyonel olan aktörler bize geldiğinde başka değerler üzerinden değerlendirmelere gidiyorlar. Bu da hayatın bir gerçeği. Bizim de değerlerimiz var. Bizim de rasyonel çıkarlarımızın olduğu konular var. Bunların hepsini uygun bir şekilde yönetmemiz gerekiyor. Dolayısıyla Avrupa Birliği ile ilerletemediğimiz konuları başka platformlarda aramamız bizim için problem değil, tezat da değil. Olması gereken bir gereklilik. 


BRICS’i bir potansiyel olarak görüyoruz ve 4 milyara yakın insanın içinde yaşadığı bir platform. Bu platform ne kadar kurumsallaştırılır, ne kadar herkesin ekonomisine finansal araç üretir, sistem üretir, ne kadar esneyebilir, ne kadar içerleyici olabilir ve en önemlisi de ne kadar eşitlikçi olabilir… Bir taraftan sistem içerisinde motor gücü olabilecek ekonomik aktörlere ihtiyacınız var, diğer taraftan o ekonomik aktörü eşitlikçi bir politikaya razı etmek. Tüm bunlar bizim BRICS içerisinde incelediğimiz, baktığımız, ilgi gösterdiğimiz konular. Hiçbir yerde mükemmelliyet aramıyoruz. Kendi fikirlerimizi uygun yöntemlerle aktarıp, uygun pozisyonlarda herkesin faydasına yönelik bir metot takip ediyoruz. İnşallah burada hayırlı şeyler çıkacağına inanıyorum.


 


“Türkiye güçlü ve dirayetli bir ülke”


Normalleşmenin biraz zaman alacağını söyleyen Fidan, şunları kaydetti:


“Türkiye, kendi gücünü, kendi dirayetini defaatle göstermiş bir ülke. Dolayısıyla bizim bölgedeki kullandığımız yapıcı dil, bölge ülkelerinin, bölge halklarının barış içinde, güvenlik içinde, hegemonların iradesinden bağımsız olarak aynı modern dünyanın yaptığı gibi kalkınmayı, altyapıyı yükseltmeyi, üstyapıyı yükseltmeyi, modernleşmeyi öne alan, insanların kendi kimliklerini, değerlerini refah içinde yaşayabildikleri bir atmosferi oluşturmak. Bunun için de güçlü olmanız gerekiyor. Dirayetli olmanız gerekiyor ve stratejik bir perspektife sahip olmanız gerekiyor.


Türkiye, son 20 yıldır ortaya gerek mücadele gerek kalkınma hamleleri gerek teknolojik ilerleme finansal büyümeyle elde ettiği bütün mukabiliyeti şimdi bölgede yapıcı ve olumlu bir dile çevirme arayışı içinde. Bölge ülkelerinin aktörlerinin bu konuda çok olumlu cevap vermeleri, onların da zaten ‘Biz de böyle bir perspektif arıyorduk, zamanın ruhu da bunu gerektiriyor’ demeleri bizim için önemli bir şey. Dolayısıyla biz bu politikalara devam edeceğiz.”


Somali-Etiyopya krizi


Fidan, Türkiye’nin, bölgenin köklü bir ülkesi olarak Afrika ülkelerine yardım elini uzatmak zorunda olduğunu ifade etti.


“Bizim genel perspektifimiz tarihi ve kültürel coğrafyamızda barışın hakim olması. Birçok ülke, ulus devlet ya Birinci Dünya Savaşı ya da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu bölgelerde hayat bulmuş durumdalar. Bunların olgunlaşma süreci içerisinde büyük çalkantılar var. Türkiye bölgenin köklü bir ülkesi olarak bu ülkelere yardım desteğini uzatmak zorunda. Etiyopya ve Somali ile ciddi ilişkilerimiz var. Somali’ye hem terörle mücadelede hem diğer konularda çok ciddi yardım ediyoruz.


Cumhurbaşkanımızın iki ülke lideriyle ciddi ilişkileri var. Bu aradaki anlaşmazlık eğer iyi yönetilemezse bölgede yeni bir çatışmanın kapısını açacak bir niteliğe sahip. Daha önce girişmler oldu. Baktık çok fazla ileri gidemedi. İki ülke de talepte bulununca biz arabulucu işlevine başladık. Geldiğimiz noktada meselenin esasına inmiş durumdayız. Ben inanıyorum ki yakın zamanda bir sonuca ulaşacağız. Bu konuda sistemli çalışıyoruz.”


 


Türkiye’nin diplomatik ağı büyüyor


Türkiye’nin diplomatik ağına değinen Fidan, Dışişleri Bakanlığını son 1 yıl içinde ciddi bir şekilde reforme ettiklerini söyledi.


“Cumhurbaşkanımız bizim için tarihi bir fırsat. Bizim uygun yöntemlerle halk tarafından oluşturulmuş bu iradeyi kullanmamız gerekiyor. Sistemli çalışarak bu iradenin oluşturduğu alanda çalışmamız gerekiyor. Birden fazla kuruluşumuz birçok noktada meseleleri çözmeye çalışıyor. Oluşturulan mekanizmayla meseleleri bulunduğu yerde çözüyoruz. Dışişleri Bakanlığımızı son 1 yıl içerisinde ciddi bir şekilde reforme ettik. Dış politidaki uygun mesajları alıp üstün bir koordinasyon şeklinde az zamanda nitelikli iş yapma potansiyelindeyiz.”


 

Paylaşmak
Exit mobile version