Çarşamba, Mayıs 14

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde, “Türkiye’nin Siyasi Hayatında Beyaz Devrim – Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 Zaferi ve Kütahya” konulu panel düzenlenecek.

Panele Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, Prof. Dr. Haluk Alkan, Prof. Dr. Turan Akkoyun ve Doç. Dr. Furkan Kaya konuşmacı olarak katılacak.

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu’nun kaleme aldığı yazı şöyle:

14 MAYIS RUHU VE BÜYÜK TÜRKİYE YÜZYILI

1908 yılından itibaren başlayan İttihat ve Terakki Fırkası’nın devamı olarak 23 yıllık tek parti ve zalim bir ideolojinin (CHP) sonucunda 7 Ocak 1946 yılında kurulan Demokrat Parti(DP), Adnan Menderes ve 14 Mayıs 1950 seçimleri; Türkiye’nin siyasi hayatında,  ak bir karşı devrim ve muhafazakâr siyasi düşünce itibariyle mihenk taşları olarak kabul edilmektedir. 1950-60 arasında on yıl süren kısa bir iktidar döneminde; içtimai, askeri, tarihi, ilmi, iktisadi ve kültürel alanlarda Türkiye’nin siyasi hayatında, DP’nin hem dört yıllık muhalefetinden günümüze kadar derin etkilerde bulunmuştur. Bu taban bugün 23 yıldır aralıksız iktidarda bulunan AK Parti’nin de temellerini oluşturmaktadır. Bu nedenle 14 Mayıs 1950 tarihli DP zaferi, Türk siyasi hayatının, demokrasi alanındaki ilk tarihi dönüşümüdür.

14 Mayıs, DP ve Menderes ruhunun, 1789 yılından itibaren başlayan ve zamanla, kendi ülkesinde psikolojik üstünlüğünü kaybeden Anadolu kültürünün, hem kültürüne yabancılaşmış yerli mankurt Batıcılarına hem de mağrur Avrupa kültürünün yanında, II. Abdülhamit’ten sonra ilk kez kendi kadim kültürel kodlarıyla uyumlu ve siyasette, “Biz de varız” diyen, ilk kez muzaffer bir iktidar ruhu olduğu görülmektedir. Tıpkı 29 Mayıs’ta fethedilen İstanbul’un ikinci fetih tarihidir. DP’nin muhalefette iken bile, tarih bağlılık, serbest ekonomi, halka baskıların azaltılması, cami ve türbelerin ve imam hatip okulların açılışı gibi dönemin ceberut iktidarının zalim politikalarını değişime zorladığı ve iktidara geldiği zaman ise maddi ve manevi kalkınmaya, feraset ve basiretle topyekûn ve acilen yöneldiği görülmektedir.

Kütahya azot ve şeker fabrikaları bu dönemde yapıldı.

Oysa 23 yıllık CHP iktidarı, CHP’li Nevzat Tandoğan’ın “Ulan öküz Anadolulu” olarak aşağıdaki mektupta görüldüğü devlet için jandarma dipçiği yiyen ve tahsildarın çantasını dolduran para, midesini tereyağı ve kuzu etiyle dolduran köleler ve CHP milletvekili Ahmet Bozay’a göre ise “bir ekip beş kazanıp zarar gösteren yalancılar” demekti.

DP’nin 2 Haziran 1950’de iktidarının ilk icraatı olarak ezanın Arapça da okunabilmesi, köylülere devlet kapılarını açması, Paris’te bulaşıkçılık yapan Osmanlı hanedanına mensup kadınların sürgünden geri getirilmesi, Doğu’ya ilk kez Birecik köprüsünün kurulması, Anadolu’ya da üniversite kurulması, İstanbul’un fethinin 500. Yılı çalışmaları, Eyüp Camii ve çevresinin yeniden imarı, Barajlar, Yıldız seramik fabrikasının kurulması, Türk halk müziğinin ve Kur’an-ı Kerim’in radyolarda okunması demekti.

14 MAYIS RUHU NASIL DOĞDU?

Adnan Menderes’e Başbakanlık yolunu açan Kütahya ve ona ezanı mutlaka aslına uygun olarak okunması gerektiğini aşılayan kişilerin başında merhum Gedizli saatçi Şerif gelmektedir. Çünkü halk artık patlama noktasına gelmişti.  Kitapları yakılan ve bin yıllık hazfızası dağıtılan kahraman bir Halk, İstiklâl Marşı’nın yazıldığı Taceddin Dergâh’ına gidip, “Allah, bu milleti Allah’sız CHP’den kurtarsın” diye dua ediyordu.

22 yıllık CHP’nin, tek parti ve tek adam iktidarında patlamak üzere olan “Artık Yeter! Söz Milletindir” diyen bir halk ve “Yeni Dünya Düzeni” vardı artık. Adnan Menderes, 7 Ocak 1946 yılında ilk konuşmasını şöyle yapar: Bugün Demokrat Parti resmen kuruldu. Şimdi Türk siyasî hayatında yepyeni bir sahife açılıyor. Bu tarih, gelecek kuşaklar için asla unutulmayacak bir kilometre taşı olacak. Artık tek parti-tek şef sisteminin egemenliği, yalnız devlet hayatımızın dar kalıpları arasından çıkmakla kalmayacak; aynı zamanda, milletimiz yıllarca özlemini çektiği demokrasinin en ufuklarından özgürce nasibini alacak. Ülkemizin kalkınmaya, ekonomik açıdan gelişmeye ihtiyacı var. Demokrasi ve kalkınma hamleleri Demokrat Parti’nin iki temel felsefesi olacak. Kurucusu olduğum bu partinin, politik hayatımızda sonsuza kadar devam edeceğini ümit etmek istiyorum. Bizden sonra bu partinin başına geçecek yöneticilerin,1946 ruhunu daima hafızalarda canlı ve uyanık tutmaları en samimi dileğimdir.

  • Türkiye siyasi hayatının en önemli siyasi afişi/Bunu hazırlayan Selçuk Milar, CHP tarafından Ankara’dan Şanlıurfa’ya sürgün edilir. Tarih Vakfı Başkanı olan İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan, BBC Türkçe‘ye, afişin hikâyesini şu şekilde anlatıyor: “‘Yeter söz milletindir’ yazan ve ‘Dur’ işareti yapan elin bulunduğu, bileğinde de ucunda Türk bayrağıyla bir fiyonk olan o afiş hala belleklerde. 7 Ocak 1946’da DP kuruluyor ve çok rağbet görüyor. Bunun üzerine iktidar partisi CHP, bir erken baskın seçimine giderek DP’nin örgütlenmesine, hazırlanmasına olanak tanımadan hezimete uğratmak istiyor.

1946 seçimlerinde İstanbul’da CHP’li bakanların bile kaybettiği seçimleri vali Lütfi Kırdar’ın “hiç olmazsa DP’liler de çıksın diye, henüz sandıklar tam sayılmadan eliyle ve adaletle (!) (30/30) böldüğü vekiller ve Mersin Arslanköy’ün, ismiyle müsemmalı seçmenlerin, başını koyarak sandığına sahip çıkması sayılmazsa, açık oy ve gizli sayımla dünya siyasi tarihin yüz karası bir seçim yapılmıştır.

Buna rağmen 61 vekille yola çıkan DP, tilkide bitmeyen kuyruk gibi İnönü’nün siyasi numaralarıyla bir yıl sonra ve Fevzi Çakmak’ın partisi olan MP’nin kuruluşuyla tam ortadan ikiye bölünmüştür. Asla şiddete bulaşmayan, ısrarla yoluna devam eden 14 Mayıs 1950’deki DP’nin seçim kampanyası, esas olarak iki temel üzerine inşa edilmişti: Maneviyat ve  İktisattı. Halkı ve toprağı donduran CHP’ye karşın DP, ekonomiye devlet müdahalesini azaltacağını, devlete ait işletmeleri özel kesime aktaracağını, köylünün emeğinin tam karşılığını ödeyeceğini, oligarşik bürokratik devlet anlayışını tasfiye edeceğini, özel sektörü destekleyeceğini, batı demokrasilerini örnek alacağını, siyasî rejimin demokratik bir zihniyetle yeniden düzenleneceğini ve sadece millete mal olmuş devrimlerin korunarak, son sözün millete ait olacağını vurgulamıştır.

DP Halka, “Kurnaz Tilki” İsmet Paşa’nın ülkenin başında kalması halinde hiçbir şeyin değişmeyeceğini, CHP ve Devletin birbirinden farklı (şeyler) olduğunu söylüyordu. Bir imparatorluğun kaybına rağmen, işgalcilere direnen ve çeyrek asırdır sabreden halkın partisi olan Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi  “kansız bir ak ihtilaldi”. Bu, çeyrek yüzyıl milletin kaderine egemen olmuş bir partinin, seçim yoluyla iktidardan indirilmesi sürecidir. Şevket Süreyya süreci şöyle açıklamıştır:

1950 Türkiye’sinde hem de normal seçimler yolu ile sular dalgalandı. Suların dibinden suların yüzüne yeni insanlar yeni davalar çıktı. Evet, yeni insanlar ve yeni davalar. 1923’ten beri süre gelen nizam-ı âlem başka bir nizam-ı âleme döndü. Bu bir ihtilâl mi idi? Bu inkılâp mı idi? (…) Bu seçim zaferine derhal geniş manalar verdiler: Beyaz İhtilâl… Bütün inkılâpların en önemlisi 14 Mayıs İnkılâbı’dır! Eh! Gidenler de ihtilâller, inkılâplar yolu ile gelmemişler miydi? (…) 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Türkiye’de olan acaba bir Beyaz İhtilâl miydi? Sanıyorum ki evet…

Başbakan Adnan Menderes ise yaptığı ilk konuşmada şöyle der: “Tarihimizde ilk defadır ki; yüksek heyetiniz millî iradenin tam ve serbest tecellisi neticesinde millet mukadderatına hâkim mevkie gelmiş bulunmaktadır.” İnönü’nün bir günlük iktidardaki DP’ye ilk tepkisi ise “Diktatörlüğe gidiyorlar, ölünceye kadar çarpışacağım, aydın gençliği bu olayı kınamaya çağırıyorum” ve “DP’yi şiddet yolunda olmakla suçlamıştır”. Daha bir günlük iktidara karşı, CHP’nin AP ve AK Parti’ye olan bu bakış açısı ve asker, bürokrasi, sokak şiddeti ve kumpasa dayalı siyasî taktiğinin günümüze kadar hiç değişmediği görülmektedir.

DP Grubu iktidara geldiği 2 Haziran günü, Ceza Kanununun 526. maddesinden “Arapça ezan okunması ve kamet kelimesi hakkında takyidin de kaldırılması suretiyle istenildiği gibi okunması için, gerek hükümet tarafından getirilecek tasarının, gerekse arkadaşlar tarafından getirilecek tekliflerin kabul edilmesini oybirliğiyle ve alkışlarla” kabul etmiştir. Bu kanunun çıkması DP tarihi boyunca en çok konuşulan ve halk arasında yaygın kabul gören uygulamalarından biri olarak görülmüştür.

DP, halkın düşünce ve taleplerine uygun olarak büyük destek gören Ankara ve İstanbul radyolarında, her Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri “tanınmış hafızlar tarafından Kur’an” okunması uygulamasını da başlattıktan sonra İlkokulların 3. 4. ve 5. sınıflarına din dersi konulması, dinî eğitim veren okulların açılmasına karar verilir. Mükemmel geçen ilk beş yıldan sonra 1955 yılı, Adnan Menderes ve hükümetinin geçireceği en zor yıl olarak tarihe geçmiştir. Ancak 6/7 Eylül 1955 olayları ve İsmet Paşa’da bitmeyen kumpaslar Menderes’i 13 Ekim’de Trabzon’da yaptığı seçim mitinginde görüleceği gibi bunaltmıştır:

“İsmet Paşa buhran diyor. Buhran, Paşa’nın kafasındadır. İsmet Paşa hastadır. Malta humması, Asya gribi gibi bir hastalığa tutulmuştur. Onun hastalığının adı dar-ül iktidardır.” …(Bir gün sonra Giresun) “İsmet paşa hayatının hiçbir devrinde bir gün dahi, vatandaşın serbest reyi ile işbaşına gelmiş değildir. İlk serbest seçim yapıldığı gün de iş başından uzaklaştırılmıştır. (…) İmam hatip mekteplerini biz açtık, derler. Bu okulların sayılarının bugün 18’e vardığından haberleri yok galiba… Türk milleti Müslüman’dır, hatta başka memleketlerdeki Müslümanlardan çok daha hulus ile çok daha sâfiyane ve hurafeden azade olarak dinine bağlıdır. Bu memlekette cami inşa etmenin bile kusur telakki edildiği zamanlar oldu. Bir hoca görüldüğü zaman hürmet etmek, itibar etmek gerekirken, onunla alay etmek, o devrin âdeti haline gelmişti. Bir kanuna dahi dayanamadan ezanın Türkçe okunması mecburi hale getirilmişti.”

DP’nin adıyla özdeşleşen, Büyük Türkiye ve Anadolu halkının hizmetkarı, şehit ve on yıl aralıksız Başbakanı olan Adnan Menderes, “halkın benimsediği devrimleri biz de benimsiyoruz ama halkın benimsemediklerini de kaldıracaklarını” belirttiği konuşmasında DP’nin devrimlere bakışını şöyle ifade etmişti:

Millete mâl olmamış, millet vicdanına (bir) değirmen taşı ağırlığıyla çökmüş olan bazı tedbirleri ortadan kaldıracağız. Millet vicdanına baskı yapmakta olan birtakım tedbirleri, 15 – 20 sene sonra üzerinde bekçi gibi duracağız, onları mutlaka muhafaza edeceğiz demek doğru mudur? Seçim beyannamemizde yazıldığı üzere (sadece) millete mâl olmuş inkılâplarımızı mahfuz tutacağız.

Menderes’in Büyük Türkiye ruhunu, Erbakan ve Özal devam etmiştir. 23 yıldır iktidarda bulunan Recep Tayyip Erdoğan bunu 21.yy’ı Türkiye Yüzyılı aşamasına çıkarmış ve bu konuda tarihi başarılara imza atmıştır.

  1. Türkiye, bu yıl elektrik alacağı Nükleer enerjiye kavuşmuştur. (İlk olarak DP döneminde başlamasına rağmen ancak Ruslarla Akkuyu santrali çalışmaları tamamlanmak üzere)
  2. Uçak gemisi ve SİHA’larla millilik oranı %20’den %80’e çıkan askeri ekonomiye kavuşmuştur,
  3. Karabağ zaferiyle Kafkaslara sağlam bir barış kuruldu,
  4. Hava, Deniz, Demir ve Karayolu ulaşım alanında ağır yatırımlar yapıldı,
  5. Libya üzerinden Doğu Akdeniz’e köprü kuruldu,
  6. Gaz ve Petrol arama filosu kuruldu,
  7. TOGG, MMU, S/İHA ve elektrikli araçlarda tarihi çalışmalar yapıldı,
  8. 47 yıllık terörle mücadelede önemli bir aşamaya geçildi ve PKK kendini feshetti,
  9. MİT, Uluslararası ilişkilerde etkin bir milli bir istihbarat haline getirildi,
  10. 1917 yılından sonra Şam’a ayak basıldı ve İsrail’e rakip tek ülke konumuna geldi
  11. En önemlisi Çankaya’dan Beştepe Külliye’sine Büyük Türkiye ruhu taşınmıştır…

Başkanlık sistemi ve Büyük Türkiye ruhuyla daha aktif olan son 20 yıllık Erdoğan iktidarında, Ayasofya’nın 86 yıl sonra aslına dönmesi ve Menderes’le temelleri atılan Büyük Türkiye ruhundan Türkiye Yüzyılına; Kafkasya, Orta Asya, Uzak Asya, Bereketli Hilal İslam Dünyası ve Afrika ile derinleşen sosyal, kültürel, iktisadi ve insani ilişkiler Türkiye’nin önemini artırmaya devam etmektedir.

Türkiye bugün köprüleri, havaalanları,  demir yolları, otobanları, dağları delen muhteşem tünelleri, alt ve üst geçitleri ile temel alt yapı yatırımlarını tamamlamış ve artık bunlardan para kazanacak duruma gelmiştir. Kafkasya ve Libya’daki cesur adımlarıyla, enerji hatları, Karadeniz ve Akdeniz’deki enerji filolarıyla dünya denkleminde vazgeçilmez bir güç olmuştur.

  • Adnan Menderes’e göre CHP zihniyeti: Her muvaffakiyeti bir felaket, her güzel ve muhteşem eseri bir zarar diye göstermek için seneler senelerdir nasıl çırpındıklarını milletçe bilmiyor muyuz?”

Kısaca, Demokrat Parti (DP) kuruluşundan günümüze kadar Türkiye’nin siyasal hayatında,  siyasi düşünce itibariyle mihenk taşı olarak kabul edilmektedir. Başta siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda olmak üzere hem muhalefette hem de on yıllık kesintisiz iktidarından, günümüze kadar derin etkilerde bulunmuştur.

1789 yılından itibaren başlayan ve zamanla, kendi ülkesinde psikolojik üstünlüğünü kaybeden Anadolu kültürünün, hem kültürüne yabancılaşmış yerli Batıcılara hem de mağrur Avrupa kültürünün yanında, II. Abdülhamit’ten sonra ilk kez kendi kadim kültürel kodlarıyla uyumlu ve siyasette biz de varız diyen, bir iktidar olduğu görülmektedir. Bu sürecin kurumsallaşması adalet, maddi ve manevi merkezli kalkınmaya devam edilmelidir.

CHP’nin tarihinden iktidara en yakın olduğu zamanda, bugün yolsuzluklardan ve buram buram kumpas kokan silleli tokatlarla ısıtmaya çalıştığı sokakları soğutan ve durun kalabalıklar bu yol çıkmaz sokak, diye ruhun temeli ve Türkiye Yüzyılı’nın ideali,14 Mayıs ruhudur. Çünkü 14 Mayıs Ruhu, Anadolu halkının 1908 yılından itibaren yerinden sökülen kalbinin yerine konulmasıdır. Bu uğurda şehit olan Adnan Menderes’in son sözleri ise daima duvarlarımızda asılı olmalıdır:

“Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.”


Paylaşmak
Exit mobile version