Düdük çalar, top yuvarlanır, maç başlar. Yeşil sahaya yayılmış 22 genç adam, yuvarlanan bu topun ardında amansız bir mücadeleye girişir. Bir buçuk saatlik mücadele sadece sahadakileri değil milyonlarca insanı da ayağa kaldırır. Meşin yuvarlak, milyonlarca insanın duygularını, hırslarını ve heyecanlarını da peşinden sürükler.
Kitlesel etki bakımından insanlık tarihinin en etkili spor müsabakalarının başında gelen futbol, 19. Yüzyılın ortalarında İngiltere’de oynanmaya başlamış, sömürge ülkelerine yayılmış, kısa zamanda tüm dünyayı etkisi altına almıştı.
Osmanlı topraklarına girişi 19 yüzyılın son çeyreğinde azınlıkların eliyle olmuştu. 1870’li yıllarda Selanik’e gelmiş, oradan İzmir’e sıçramış, sonrasında İstanbul’a uzanmıştı.
İlk örnek olan Moda Futbol Kulübü 1896’da faaliyete geçti. Onu bugünkü Kurtuluş civarında yaşayan yerli Rumların kurduğu Tatavla Heraklis Kulübü izledi. Ardandın Robert Kolejli gençler Black Stacking FC Kulübünü kurdular. Sayıları kısa zamanda artınca İstanbul Futbol Birliği çatısı altında toplanıp “İstanbul Futbol Ligi”ni oluşturarak maçlara başladılar.
O yıllarda hem günah kabul edildiğinden hem de cemiyet kurmaları ve mevcut Cemiyetlere üye olmaları yasaklandığından Müslüman gençler bu spor dalına mesafeliydiler. Zamanla algı da yasak da gevşedi. Özellikle II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’da Türk gençleri tarafından çok sayıda futbol kulübü kuruldu.
İstanbul’daki ilk yerli futbol kulübü Black Stackings adını taşıyordu. 1901 yılında kurulan bu kulübü, Kadıköy, Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe, Beykoz, Üsküdar, Vefa, Altınordu İdman Yurdu, Küçükçekmece, Eyüp, Kasımpaşa gibi kulüpler izledi.
Ne var ki azınlık kulüplerinin oluşturduğu “İstanbul Futbol Ligi,” Türk takımlarını bünyesine kabul etmemişti. Onlar da kendi aralarında “İstanbul Ligi”ni oluşturdular. Böylece Osmanlı başkenti, Cuma ve Pazar günleri oynanan iki lige sahip oldu. Türk takımları Cuma günleri, azınlık takımları Pazar günleri maçlarını oynuyorlardı. İstanbul Ligi’nde Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu, Süleymaniye ve İdman Yurdu gibi takımlar top koşturuyordu.
Zamanla kulüplerin sayısı arttı. Cuma günleri oynanan “İstanbul Ligi,” yeni kurulan kulüpleri bünyesine almayınca “Türk İdman Birliği” adı altında yeni bir lig daha kuruldu. Bu ligin başını çeken kulüp Beşiktaş Jimnastik Kulübüydü. İlk kulüplerden olmasına rağmen futbola geç girmiş, İstanbul Ligi’nin kuruluşunda bulunamamıştı.
Türk İdman Birliği Ligi’nin takımlarını Beşiktaş, Hilal, Kumkapı, Altınörs, Türkgücü, Darüşşafaka, Vefa, Üsküdar, Beylerbeyi ve Haliç’ten oluşan on kulüp oluşuyordu. Onlar da maçlarını Cuma günleri yapıyorlardı.
Cuma Ligi, Pazar Ligi ve Türk İdman Birliği Liginin heyecanı İstanbul’u iyiden iyiye sararken Anadolu şehirlerinde de hızlı bir kulüpleşme başladı. Türk futbolu, yayılma hızı ve örgütlenmesi açısından 1908-1923 yılları arasında altın çağını yaşadı.
Bu dönem aynı zamanda ülke tarihimizin de en zor yıllarıydı.
Ardı arkası gelmeyen savaşlar, işgaller ve direniş mücadelesiyle geçen bu yıllarda gencecik sporcularımız cepheden cepheye koştular. Kimi şehit oldu, kimi gazi. Kimi sırtında silah taşıdı, kimi kurşuna dizildi. Kimi düşüp hiç kalkamadı, kimi yarım vücutla geri döndü. Kendi kulüp tarihlerine altın harflerle yazılacak bir mazi, ülkemize de özgür bir istikbal bıraktılar.
Her maçları heyecan fırtınasına dönüşen “Üç Büyükler”in bir efsaneye dönüşmesi boşuna değildir. Onların tarihi aslında bizim tarihimizdir.
………………
1902 yılının sonbaharıydı.
Medine Muhafızı Osman Paşa’nın Beşiktaş Serencebey yokuşundaki konağında toplanan bir grup genç Emniyet güçlerinin dikkatini çekti. Gençler, her hafta düzenli olarak bir araya gelip sonra dağılıyorlardı.
Siyasi faaliyetler dolayısıyla istim üzerinde olan hafiyeler konağa baskın yapıp gençleri tutukladılar.
Yapılan araştırmada gençlerin siyasi bir amaçla buluşmadıkları, o yıllarda soğuk bakılan futbolla da ilgilenmedikleri, barfiks, paralel, halter ve güreş gibi jimnastik sporuyla uğraştıkları anlaşılınca serbest bırakıldılar. Hatta Şehzade Abdülhalim, zaman zaman antrenmanlarına gidip onların en büyük destekçisi oldu.
1903 yılında özel bir izinle Bereket Jimnastik Kulübü kuruldu. Kuruluşun amacı olarak şöyle yazıldı: “Soylu neslimizin yok olmaması için akla ve fenne uygun usullerin uygulanmasıyla Avrupa’da atalar sözü haline getirilen Türk kuvvetini yeniden diriltmektir.”
Bu ad altında faaliyetlerini yürüten kulüp, II. Meşrutiyetin ilanından sonra ünlü İttihatçılardan Fuat Balkan’ın Ihlamur’daki evine taşındı. 1909’ta adını “Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü” olarak tescil ettirdi. Bir yıl sonra futbol şubesini açtı. İlk yıllarda forma renginin kırmızı-beyaz olduğu, 1911’de patlayan Balkan Savaşlarında şehit olan sporcularını unutmamak, savaşın sebep olduğu acıları ve toprak kaybını yasla simgelemek için renklerini siyah-beyaz olarak değiştirdiği söylenir.
Amblemine ay-yıldız figürünün işlendiği tek takım olan Beşiktaş, uzun tarihine çok sayıda başarı sığdırdı. Mücadele ettiği hiçbir ligde alt kümeye düşmeyen “Üç Büyükler”den biri oldu.
………………..
1481 yılında Sultan II. Beyazıt tarafından ülkeye yönetici yetiştirmek amacıyla kurulan, Sultan Abdülaziz döneminde yenilenip Batıdaki muadillerine benzer bir eğitim vermeye başlayan Mektep-i Sultani, ülkenin en köklü eğitim kurumlarından biriydi.
1905 yılında Ali Sami Yen’in başını çektiği bir grup öğrenci, futbolun İstanbul’a gelişiyle birlikte azınlık takımları arasında oynanan futbol maçlarını izlemeye gitmiş ve etkilenmişlerdi. Okul hocalarından Mehmet Ata Beyin de teşvikiyle bir futbol kulübü kurdular. Türklerin Dernek kurmaları yasaktı. Ancak Fransız Mektebi Takımı hüviyetiyle başvurulduğu için resmî teşekküllerinde bir sıkıntı yaşanmadı. Kuruluş tarihi 14 Ekim 1905’ti.
Forma rengi olarak milli bayrak rengimiz olan kırmızı-beyazı belirlediler. O günlerin batılılaşma serüveninin de etkisiyle kendilerine yabancı bir isim aradılar. Gloria (zafer), audace (cüret) ve Tobler marka çikolatanın ambalajındaki resimden etkilenerek “kartal” isimleri üzerinde durdularsa da karar veremediler. Bu kararsızlık nedeniyle Kadıköy’de bir Rum takımıyla oynanan ilk maçlarına isimsiz olarak çıktılar. Bu maçı seyredenlerin “Galata Saray Efendileri” şeklinde tezahürat yapmaları üzerine “Galatasaray” adında karar kıldılar.
İlk dört maçtan sonra forma renklerini sarı-kırmızı olarak değiştirdiler. Alev renginin takımın üstünde parlamasını ve galibiyetten galibiyete parlamasını hayal ettiler. Yeni renk formayla İngiliz Savaş gemisinin askerleriyle çıktıkları ilk maçtan galibiyetle ayrıldılar.
İkinci Meşrutiyet sonrası Cemiyetler Kanununun çıkması üzerine 1912 yılında bir Türk kulübü olarak tescillerini yaptırdılar. Ali Sami Yen, Galatasaray Spor Kulübünün ilk başkanı oldu.
Kulüp, Birinci Dünya Savaşında büyük kayıplar verdi. Özellikle Çanakkale Cephesinden çok sayıda oyuncusu geri dönmedi. Takımın Fenerbahçe’ye ilk golünü atan Kürt Celal, pilotluk yapan İbrahim Orhan, Ahmet Refik, Aziz Ulvi, ilk saldırısından sağ çıkamayan Hasnun Galip gibi birçok önemli oyuncusu Çanakkale’de toprağa düştü.
Mektep sıralarından cepheye gidenler yanında başta Cevat Paşa ve Ali Rıza Paşa gibi Galatasaraylı subaylar savaşın kaderini değiştirecek başarılar kazandılar.
Kulübün Kurucu Başkanı Ali Sami Yen, kuruluş dilekçesindeki amaçlarını, “bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek” olarak yazmıştı.
Bu satırlar adeta takımın felsefesi haline gelecek ve bir asrı çoktan aşan tarihi içerisinde yabancıların en çok çekindiği ve ülkemizin yurt dışı müsabakalardaki medarı iftiharı olacaktı.
………………
1907 yılının bir bahar akşamında Ziya, Ayetullah ve Necip ismindeki üç genç, bugün Şükrü Saraçoğlu Stadının bulunduğu yerdeki Papazın Çayırında gayrimüslim takımların bir maçını izlemiş Moda’daki evlerine dönüyorlardı. Gençlerin eve dönüş yolunda yaptıkları sohbet bir kulüp kurma fikrinin doğuşuna sebep oldu.
Ziya varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Kuruluş masraflarını karşılamayı kabul etmiş, geriye kulübün ismi ve forma rengini belirlemek kalmıştı. Bulundukları yerden Fenerbahçe Burnuna inen mehtabın büyüleyici manzarası görünüyordu. O manzaranın da etkisiyle “Fenerbahçe” isminde karar kıldılar. Forma rengi olarak da sarı-beyazı seçtiler.
Kararı takip eden aylarda Beyoğlu’ndaki mağazaları dolaşarak forma, şort, top ve ayakkabı aldılar. Galata’daki bir matbaaya antetli kağıt ve zarf siparişi verdiler.
Bu teşebbüsten bir yıl sonra II. Meşrutiyet ilan edilmiş, Cemiyetler Kanunu çıkarılmıştı. Ne Beşiktaş gibi “futbol oynamamak” kaydına ihtiyaçları vardı ne de Galatasaray gibi Fransız Mektebi Takımı şeklindeki bir perdelemeye…
Kurucu üç kafadar, o güne kadar varlıklarını kayıtlara geçiremeyen diğer Türk kulüpleri gibi mutasarrıflığa koştular. 24 Aralık 1908 günü Nurizade Ziya Beyin (Songülen) başkanlığında Üsküdar Mutasarrıflığına kuruluş dilekçelerini verip tescil ettirdiler. Aynı zamanda forma renklerini değiştirerek sarı-lacivert yaptılar. Böylece Türk Futbolunun üç büyük efsanesinden birinin daha kuruluşu tamamlanmış oldu.
Yeni dönemde üç farklı lig uygulamasına son verilmiş, Futbol Kulüpleri, “İstanbul Şampiyonluğu Ligi” çatısı altında müsabakalara başlamışlardı. Fenerbahçe 1911-1912 sezonunu hiç yenilgisiz şampiyon olarak tamamladı. Bu şampiyonlukla İngiliz ve Rum takımlarının üstünlüğü de sona erdi. Şampiyonluklar tümüyle Türk takımlarının tekeline geçti.
“Üç Büyükler”in öteki temsilcileri gibi Fenerbahçe’nin mücadelesi de sadece futbol sahalarıyla sınırlı kalmadı. Şampiyon kadrodaki futbolcularından Sadık, İzci Ahmet ve Arif Çanakkale cephesinde şehit düştüler. İstiklal Harbi boyunca Anadolu’ya silah ve mühimmat kaçırılmasında kulübün sporcu ve yöneticileri büyük emek harcadılar. Özellikle Selimiye Kışlasındaki silahların Karadeniz üzerinden İnebolu’ya ulaştırılması onların sayesinde oldu.
Bu faaliyetlerden şüphelenen İşgal Orduları Komutanı General Harrington tarafından iki buçuk ay süreyle kulübün kapısına kilit vuruldu. General’in kulübe yolladığı kapatma kararında şöyle deniyordu: “Fenerbahçe Kulübü, Müttefik Kuvvetlere karşı düşmanca tutum izlemektedir.”
………………
Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe…
Onlar, Türk futbolunun “Üç Büyükleri”…
Sadece ezeli rekabetlerinde yaşattıkları heyecanla, ülkemize kattıkları değerle değil, şerefli tarihleriyle de gurur kaynağımız…