Çocukluk çağı kanserlerinin yüzde 30’unu oluşturan lösemi, kan hücrelerinin normal gelişimini engelleyerek çocukların hayatını ciddi anlamda tehdit ediyor. Erken teşhis ise tedavide başarı şansını önemli ölçüde artırıyor.
Her yıl 2-8 Kasım tarihleri arasında düzenlenen Lösemili Çocuklar Haftası’nda hastalıkla ilgili farkındalığı artırmak amacıyla çeşitli etkinlikler ve bilgilendirme çalışmaları yapılıyor. Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Koç ile çocukluk çağı lösemisinde belirtilerden tedavi sürecine kadar tüm merak edilenlere yanıt aradık.
Kemik iliğinde kan yapımının bozulması nedeniyle anemi ve buna bağlı olarak solukluk, halsizlik, çabuk yorulma ve hareketle artan nefes darlığı gözleniyor. Kan pıhtılaşmasında görev alan trombositlerin sayısında yetersizliğe bağlı ciltte morluk oluşması, toplu iğne başı büyüklüğünde kırmızı yaygın döküntüler, burun ve diş eti kanamaları söz konusu
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Koç
Çocuklarda daha çok akut lösemi görülüyor
Lösemiyi, “Kemik iliği hücrelerinden kaynaklanan bir kanser türü” olarak tanımlayan Prof. Dr. Koç, hastalığın nasıl meydana geldiğini şöyle açıklıyor:
“Kemik iliğindeki kan hücrelerinin normal olgunlaşma sürecinin bozulması sonucunda öncül kan hücreleri kontrolsüz ve aşırı şekilde çoğalmaya başlıyor. Blast adı verilen bu hücreler hızla çoğalıp normal kan hücrelerinin yerini aldıkça kemik iliğinde sağlıklı alyuvar, akyuvar ve trombositlerin (kanamayı önleyen küçük kan hücreleri) yapımı bozuluyor. Bunun sonucunda anemi gelişiyor, vücut mikroplara karşı savunmasız kalıyor ve trombosit sayısında azalma sebebiyle kanamalar meydana geliyor.”
Lösemi akut ve kronik olarak ikiye ayrılıyor. Çocuklarda daha çok akut lösemi görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Koç, “Akut lösemiler çocukluk çağındaki lösemilerin yüzde 97 kadarını, tüm kanser hastalıklarının ise yaklaşık yüzde 35’ini oluşturuyor. Yine akut lösemilerin de yüzde 75-80’i akut lenfoblastik lösemi (ALL), yüzde 15-20’si ise akut myeloid lösemi. Kronik lösemiler ise çocukluk çağı lösemilerinin yüzde 3’ünü oluşturuyor” diyor.
İlk belirtiler: İştahsızlık, halsizlik, huzursuzluk
Peki lösemi hangi belirtilerle kendini ele veriyor? “Akut lösemiler ani olarak başlıyor” şeklinde konuşan Prof. Dr. Koç sözlerini, “Kronik lösemiler ise yavaş seyirli oluyor. Lösemilerin hepsi kemik iliğinde fonksiyon bozukluğuna yol açtığından, genel klinik bulguları benzer. Fakat her birinin kendilerine özel klinik ve laboratuvar bulguları da bulunuyor” şeklinde sürdürüyor.
Akut lösemili hastaların çoğunda tanı sırasındaki şikayet ve bulgular 4 haftadan daha kısa süreli oluyor. İlk şikayetler ise diğer hastalıklarda da görülebilen iştahsızlık, halsizlik ve huzursuzluk…
Lösemiyle doğrudan ilişkili olan belirtileri Prof. Dr. Koç’tan öğreniyoruz:
“Kemik iliğinde kan yapımının bozulması nedeniyle anemi ve buna bağlı olarak solukluk, halsizlik, çabuk yorulma ve hareketle artan nefes darlığı gözleniyor. Kan pıhtılaşmasında görev alan trombositlerin sayısında yetersizliğe bağlı ciltte morluk oluşması, toplu iğne başı büyüklüğünde kırmızı yaygın döküntüler, burun ve diş eti kanamaları söz konusu. Enfeksiyonlara karşı savunmada rol oynayan bağışıklık sistemi hücrelerinin yapımı bozulduğu için de yüksek ateş, tekrarlayan bademcik iltihabı, zatürre gibi enfeksiyon hastalıkları görülüyor.”
Hastaların bir kısmında ise özellikle geç dönemde baş ağrısı, bulantı, kusma, dişetlerinde şişkinlik, kemik ve eklem ağrıları bulunabildiğinin de altını çizen Prof. Dr. Koç, “Bu hastalara bazen yanlışlıkla romatizmal kemik veya eklem ağrısı tanısı konabiliyor. Yine testislerde ağrısız ve sert büyüme de olabiliyor. Tüm bu belirtilerin birden fazlasının aynı anda bulunması durumunda çocuk hekiminin değerlendirmesi gerekiyor” diyor.
Lösemi kalıtsal bir hastalık mı?
Lösemiyle ilgili en fazla merak edilen konuların başında kuşkusuz hastalığın nedeni geliyor. Hastalığa neyin sebep olduğu çoğunlukla bilinmemekle birlikte radyasyona maruz kalma, bazı kimyasal maddeler, tarımda kullanılan ilaçlar, toksinler ve bazı kemoterapi ilaçlarının lösemi oluşumuna katkıda bulunduğunu belirtiyor Prof. Dr. Koç.
Peki lösemi kalıtsal bir hastalık mı? Löseminin büyük çoğunluğunun kalıtsal olmadığını söyleyen Prof. Dr. Koç, bir parantez açıyor:
“Fakat Down sendromu, kalıtsal kemik iliği yetersizlikleri, doğuştan bağışıklık eksikliği gibi kalıtsal hastalıkları olanlarda ve lösemili kardeşi olan çocuklarda risk artıyor.”
Erken teşhis tedavide şansı artırıyor
Lösemide erken teşhis, tedavide şansı artıran önemli bir faktör. Nitekim Prof. Dr. Koç, “Hastalığın erken teşhis edilmesi çocuğun daha az yoğunlukta tedavi almasını sağlıyor. Hastalığın erken evresinde kanda lösemi hücrelerinin sayısının düşük olduğu ve başka dokulara yayılımın olmadığı dönemde teşhis koyulup, tedaviye başlanılması tedavi başarısını artırıyor” diyerek bunun önemini açıklıyor.
Lösemiler tipi ne olursa olsun, enfeksiyonlara önemli derecede yatkınlık oluşturuyor. Bu hastalar yalnızca hastalıkları ile değil, enfeksiyonlarla da mücadele etmek durumundalar. Burada ailelere düşen en önemli görevlerden birisi çocuğun enfeksiyonlardan korunması.
Tedavi sürecinde hastaların çoğunda kemoterapi tercih ediliyor. Az sayıda hastada ise radyoterapi ve kök hücre (kemik iliği) nakli uygulanıyor. “Akut lösemilerin asıl tedavisi çok sayıda ilaçla yapılan kemoterapidir. “Kemoterapi hastalığın tipine, lösemi hücrelerinde saptanan genetik değişikliklere, yaşa ve kandaki lösemi hücresi sayısına göre değişiyor” diyen Prof. Dr. Koç, diğer tedavi yöntemlerine ilişkin ise şöyle bilgileri veriyor:
“Radyoterapi sadece tanı sırasında merkezi sinir sistemi (MSS) tutulumu olan hastalara ve MSS nüksü gösteren hastalara uygulanıyor. Kemik iliği (kök hücre) nakli ise kemoterapi ile tedaviye dirençli vakalara, tedaviye geç cevap veren veya yetersiz cevap veren hastalara, kemoterapiyle iyileşme sağlandıktan sonra nüks görülen vakalara ve teşhis sırasında yüksek riskli olduğu saptanan hastalara uygulanıyor.”
İlerleyen tıp diğer kanser çeşitlerinde olduğu gibi lösemi tedavisinde de yenilikleri beraberinde getiriyor. Prof. Dr. Koç, bu konuda son yıllarda lösemi tedavisinde hedefe yönelik ve hücresel tedavilerin de kullanılmaya başladığının altını çiziyor.
Aileler tedavi sürecinde nasıl bir yol izlemeli?
Lösemi tedavisi sadece çocuk için değil ailesi içinde sancılı bir süreç… Bu noktada ailelere de çocuklarının bakımında büyük rol düşüyor. Prof. Dr. Koç’un bu süreci yaşayan ailelere tavsiyeleri şöyle:
“Lösemiler tipi ne olursa olsun, enfeksiyonlara önemli derecede yatkınlık oluşturuyor. Bu hastalar yalnızca hastalıkları ile değil, enfeksiyonlarla da mücadele etmek durumundalar. Burada ailelere düşen en önemli görevlerden birisi çocuğun enfeksiyonlardan korunması. El temizliği, besinlerin iyi temizlenmesi, gıdaların mutlaka iyi pişirilmesi, ağız, diş ve perine bakımı gibi kişisel önlemler, hasta insanlarla temasın önlenmesi, çevresel önlemlerin (hava, eşya, su, gıda temizliği) alınması da bunun başlıca yolları arasında yer alıyor. Bulaşıcı hastalığı olan (grip, nezle dahil) kişilerin de kesinlikle hasta ziyaretine gitmemesi gerekiyor.”
Çocukların beslenmesi de bu dönemde dikkat edilmesi gereken konulardan biri. Lösemili çocuklarda hem hastalığın etkisi hem de kullanılan kemoterapi ilaçlarının yol açtığı bulantı, kusma ve ağız yaraları nedeniyle beslenme sıkıntıları ortaya çıkabiliyor. Yetersiz beslenme ise hem bağışıklık sistemini daha da bozuyor ve kemoterapi yan etkilerinin daha fazla olmasına yol açıyor. Çocukların yeterli ve nitelikli şekilde beslenebilmeleri konusunda da tüm bu nedenlerle ailelere büyük rol düşüyor.
Bu süreçte zaman zaman kan ve kan ürünlerine de ihtiyaç duyulduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Koç, “Kızılay Kan Merkezleri’nin büyük desteğini görmekteyiz. Fakat trombosit süspansiyonu ihtiyacı olduğunda ailelerden de uygun kan donörü bulmaları istenebiliyor. Hastanın annesi, babası kardeşleri ve yakın akrabaları kan ürünü vericisi olarak kabul edilmiyor. Bu nedenle ihtiyaç duyulduğunda kan bağışı için hastaneye gelebilecek, sağlıklı, akraba olmayan 5-10 tane kan bağışçısı bulunması ve kolay ulaşılabilecek iletişim bilgilerine sahip olunması da öneriliyor” diye uyarıyor.