Avrupa dendiğinde akla ilk gelen unsurlardan olan barış, refah içinde bir hayat ve yüksek standartlar yakın zamanda yerini savaş, yokluk ve son derece zorlu hayat şartlarına bırakabilir. En azından çok sayıda Avrupalı yöneticiye göre böyle bir olasılık pek de uzak değil.
Elbette bu değişimin başrol oyuncusu Rusya… Moskova-Kiev hattında savaş devam ediyor. Ama kimilerine göre Ruslar bir kere yola çıktı ve geri dönüşü yok. NATO Genel Sekreteri Rutte’nin “Rusya, 2030’a kadar bir NATO ülkesine saldırabilir.” cümlesi beklentilerin ne olduğuna dair tek başına yeterli.
Elbette sadece NATO değil Avrupa ülkelerinin liderleri ya da AB’ye yön veren isimler de bu yeni gerçekliğin farkında. Bu nedenle geçmişten hızla kurtulup geleceğe uyum sağlayabilmenin hesapları yapılıyor. Ve bu yolda bazen yoğun gündemin arasında kaynayıp giden ancak son derece dikkat çekici adımlar atılıyor.
Avrupa’nın en yoğun limanında ‘askeri alan’ ayrıldı
Ülkelerin attığı adımlara geleceğiz ama önce ilginç bir gelişmeyle başlayalım. Avrupa’nın en önemli ticaret kapısı olan Rotterdam Limanı için yeni bir karar alındı. Hollanda yönetimi, NATO’nun uyarıları doğrultusunda bu limanda özel bir askeri alan ayrılmasını istedi.
Burada temel amaç limana yaklaşacak dev gemilerden Avrupa içlerine silah sistemlerinin taşınmasını sağlamak. Ayrıca sivil ya da askeri lojistik gemilerin bu özel alanda cephane transferi yapabileceği de konuşuluyor. Hollanda, ikinci büyük limanı olan Antwerp için de benzer bir düzenlemeye gideceğini duyurdu.
Ne Soğuk Savaş döneminde ne de ABD’nin Orta Doğu’daki operasyonlarında bu limanlarda ‘özel askeri alan’ ayrılmadığını düşünürsek yeni dönemde Avrupa’nın daha ciddi bir hazırlık içinde olduğunu söylemek mümkün.

Stratejik stok alanları da gündemde
Her ne kadar gerek Rotterdam gerek Antwerp limanlarındaki hazırlıklarda askeri sistemler öne çıksa da aslında tek kritik gelişme bunlar değil. Yeni dönemin inşasında söz sahibi olan bazı isimler limanlarda farklı hususlar için de özel alanlar ayrılması gerektiği konusunda hemfikir.
Burada akla ilk olarak petrol gelse de enerji ekipmanları, ilaçlar, lityum, bakır ya da benzer hammaddeler ile su ve gıda için dahi büyük limanlarda özel alanlar ayrılması planlanıyor. Bahsettiğimiz türde ürünler depolanacağı bu noktalar ‘stratejik stok alanları’ olarak biliniyor.
Avrupa’da hangi ülke savaşa nasıl hazırlanıyor?
Az önce bahsettiğimiz liman hazırlıkları puzzle’ın aslında küçük bir parçası. Arka planda hem ordu hem siyaset hem de toplum nezdinde savaş hazırlıkları tam gaz sürüyor. Bunlar arasında ilk sırayı son derece gelişmiş askeri sistemler alsa da zincirin son halkasında hendek kazmaya varana kadar farklı stratejiler hayata geçiriliyor.
Rusya’nın Ukrayna meselesini hallettikten sonra Baltık ülkelerine yöneleceği konusunda neredeyse herkes hemfikir. Bu nedenle Polonya, Finlandiya, Litvanya, Estonya ve Letonya gibi ülkeler Avrupa’daki savaş hazırlıklarının merkez üssü olarak görülüyor.
Örneğin Finlandiya bir yandan sınırın yüzlerce kilometre uzunluğundaki bir kısmına ‘çit’ inşa ediyor. İsveç ve Norveç’te olduğu gibi Finlandiya’da da halka ‘kriz ya da savaş olursa’ adlı kitapçık dağıtıldı. Ülke hem askeri hem toplumsal anlamda büyük bir savaş hazırlanıyor. Olası bir Rusya saldırısında siperlere çekilmek ve Rus ordularını mümkün olduğunda bataklık ya da son derece geniş ormanlara yönlendirmek gibi planlar konuşuluyor.
Estonya, Letonya ve Litvanya ise ilk adım olarak askeri harcamalarını artırmaya karar verdi. 2006’da zorunlu askerlik uygulamasını kaldıran Letonya bu kararını değiştirdi. Erkekler için 11 ay boyunca zorunlu askerlik başladı. Litvanya binlerce kişiyi profesyonel olarak askere alacağını ve yeni bir seçkin birlik kuracağını duyurdu.
Estonya ise ‘ülkenin en önemli şehirlerini kendi elimizde yıkalım. Halkın tamamını Finlandiya’ya taşıyalım ve orada toptan bir savunma yapalım’ fikrine sıcak bakıyor. Ancak bir yandan da ülkenin çok farklı yerlerinde tahkimat noktaları inşa ediyor.
Polonya elbette bu saydığımız ülkelerden biraz daha farklı konumda. Moskova’nın nefesini ensesinde hissediyor. Ancak Avrupa ülkeleri içinde ABD ile arası en iyi olan onlar. Bu nedenle son derece gelişmiş sistemleri satın alabilmeyi başardılar. Polonya yönetimi de zorunlu askerlik uygulaması ve ordudaki asker sayısının hızla artırılması yönünde adımlar atacak.

Avrupa güvenliğini kendi başına sağlayabilir mi?
Yüzlerce milyar Euro değerindeki bu soruya doğrudan ‘evet’ ya da ‘hayır’ cevabını verebilmek şimdilik imkansız. Almanya Başbakanı’nın “Geçmişte beleşçiydik. Şimdi daha fazlasını yapmamız lazım.” demesi elbette önemli. Danimarka Başbakanı’nın ‘30 yılını boşa geçiren bir Avrupa var’ vurgusu da boşuna değil. İşte tam da böyle bir ortamda Avrupa yaklaşık 800 milyar Euro’luk bir bütçeyle kendi savunma ağını baştan aşağı inşa etmeye çalışacak.
Ancak kimi durumlarda para tek başına işe yaramıyor. Avrupa neyi, nasıl yapabileceği konusunu unutmuşa benziyor. Çünkü çok uzun yıllar neredeyse her işi başka ülkelere pasladılar. Parasını ödeyip hizmeti satın aldılar. Haliyle kısa zamanda ne kadar yol alabilecekleri belirsiz.
Bu noktada Türkiye öne çıkıyor. Çünkü Ankara, en azından kendi başına neler yapabileceğini son 10 yıldır çok yoğun bir şekilde test ediyor. Eğer Avrupa ile Ankara arasındaki bağ doğru kurulabilirse her iki taraf için de tarihin en önemli kazan-kazan süreçlerinden biri başlayabilir. Bunun ilk örneklerini SİHA’lar, topçu mühimmatları, askeri eğitim uçakları ve çok farklı alanlarda gördük. Bahsettiğimiz alanlarda Türk ve Avrupalı şirketler arasında ciddi bir iş birliği var.
Avrupa son yıllarda küresel kriz anlarında sürekli ‘acil durum’ toplantıları düzenleyen ancak en ufak bir etki üretmeyen bir yapıya büründü. Bunu kırmak ve yeniden küresel bir güç olmak için önündeki en önemli sınavlardan biri kendilerini nasıl ve ne kadar savunabilecekleri konusuna verecekleri cevap olacak. Ki bu sınav sadece Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ya da NATO gibi kurumların değil doğrudan Avrupa’nın ortak bir geleceği olup olmayacağına da doğrudan yanıt verecek…