Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, TRT Haber’de, TRT Haber Kanal Koordinatörü Mücahid Eker’in gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Konuşmasında, kene vakalarındaki artışa ve ‘süper kene’ iddialarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Memişoğlu, sağlıkla ilgili spekülasyonların toplumu paniğe ve rehavete sürükleyebileceğini belirterek, doğru bilgilendirmenin önemine dikkati çekti.
Bakanlığın konuyu yakından takip ettiğini vurgulayan Memişoğlu, “İnsanlara sağlığıyla ilgili tedirginlik ve korku yaşatmamamız lazım.” ifadesini kullandı.
Türkiye’de Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığının 1969’dan beri bilindiğini ve vakaların Bilim Kurulu çerçevesinde takip edildiğini hatırlatan Memişoğlu, 2011’den bu yana her kene ısırığı ve KKKA bilgisinin toplandığı bir veri sistemine sahip olduklarını aktardı.
“Geçmişe göre farklılığımız yok”
Mevcut verilerin geçmiş yıllarla kıyaslandığında endişe edilecek bir durum olmadığını belirten Bakan Memişoğlu, şunları kaydetti:
“Şu anda bizim geçmiş yıllara göre ilave veya ekstra bir fazlalığımız veya ölüm oranımız yok. Bunu özellikle ifade edeyim. ‘Süper kene’… Kelime çok güzel de böyle bir durumumuz yok. Biz bunları takip ediyoruz. Geçmişe göre farklılığımız yok. Bu tür spekülasyonların insanlara bir faydası dokunmuyor. Şu anda kene ile ilgili anormal bir durum yok. Olursa da bunu özellikle ifade etmek isterim.”
“Aşı konusunda büyük bir çalışma yapıyoruz”
Bakan Memişoğlu, Türkiye’nin aşı üretimindeki potansiyeline de değinerek önemli bir müjde verdi.
KKKA’ya karşı aşı geliştirme çalışmalarının hızla devam ettiğini belirten Memişoğlu, “Kırım-Kongo ateşi ile ilgili aşı konusunda Türkiye belki de dünyada ilk aşısını üretebilecek ülkelerden bir tanesi olacak. Hem Kayseri’de hem de İstanbul’da bu konuda büyük bir çalışma yapıyoruz. Aynı zamanda maymun çiçeği virüsü ile ilgili de aşı çalışmamız var.” diye konuştu.
“Halkın yüzde 27’si obez kategorisinde”
Ülke genelinde 3 milyon vatandaşın boy-kilo ölçümünün yapıldığını ifade eden Memişoğlu, tarama sonuçlarına göre halkın yüzde 35’inin fazla kilolu, yüzde 27’sinin ise obez kategorisinde olduğunu ifade etti.
Memişoğlu, “Yani toplamda yüzde 52, yüzde 55 bandında insanlarımız istediğimiz kiloda değil. Bu, çok ciddi bir halk sağlığı sorununa işaret ediyor.” diye konuştu.
Bu taramaların amacının kişileri “kilolu” olarak etiketlemek olmadığını vurgulayan Memişoğlu, temel hedefin farkındalık yaratarak halk sağlığını korumak olduğunun altını çizdi. Memişoğlu, şunları kaydetti:
“Biz bu kiloyu insanların sağlığı için istiyoruz. Yani biz kimseye ‘kilon yüksek, sen kilolusun’ demek için bunları yapmıyoruz. ‘Kilo bir sağlık sorunudur’ diyoruz. Bu sağlık sorunu, ileride veya yaşamının herhangi bir döneminde kendisine farklı hastalıklar olarak geri dönecek.”
HPV aşısı
Memişoğlu, kamuoyunda sıkça gündeme gelen HPV aşısıyla ilgili önemli bir müjde verdi.
“Biliyorsunuz özellikle bu HPV ile ilgili spekülasyonlar oluyor. Onunla ilgili biz de bir çalışma yaptık. Biliyorsunuz bunun esasında 200 tipi var. Farklı şeyleri var, varyasyonları var. Esas kanser yapma riski olan, özellikle rahim kanseri riski olan iki tane suşu var. Bunlarla ilgili de aşı programına başlatacağız. 2025’in sonunda 13 yaşındaki bütün çocuklarımıza, isteyen çocuklarımıza HPV aşısını yapabilir hale getireceğiz. 15 yaşın üzerindekileri de isteyenlerin aşılarını yapacağız hale geleceğiz.Bunu da özellikle bunun çünkü speküle ediyorlar. Biz HPV’yi tarıyoruz şu anda. SMA’yı da tarıyoruz ama aşıların da özellikle HPV aşısını da 2025 sonu itibarıyla insanlarımıza ücretsiz, çocuklarımıza, özellikle 13 yaşındaki çocuklarımıza ulaştıracağız.”
Bakan Memişoğlu’nun açıklamalarından öne çıkan başlıklar:
Şimdi biliyorsunuz, özellikle 1999 depreminden sonra devlet olarak, AFAD’ın kurulması ve depremlere karşı hazırlıklı olma konusundaki politikalarıyla da gerçekten Türkiye bu tür afetlerde çabuk reaksiyon verebilen ve organize olabilen bir ülke. Maalesef deprem bizim gerçeğimiz. Özellikle büyük afet olarak yaşadığımız hem 6 Şubat’ta hem daha öncesinde, deprem felaketleriyle karşı karşıya kaldık. Tabii deprem anında veya deprem sonrasındaki reaksiyonlar ve o konudaki yönetsel yeteneklerin esasında deprem öncesinde çok daha hazırlıklı hale getirilerek can kayıplarının veya fiziki yapıların kaybının önlenmesi çok daha kolay.
“Yeterliliğimizi esasında dünyaya ispat ettik”
Biz Sağlık Bakanlığı ve sağlık sistemimiz olarak hem 6 Şubat depreminde hem daha öncesinde hem COVID’de de bu tür afetlerle mücadelede ve hazırlık anlamındaki yeterliliğimizi esasında dünyaya ispat ettik. Hatta şöyle söyleyeyim, 6 Şubat depreminde gerçekten çok büyük bir acı ve çok büyük bir alanda yüzyılın esasında felaketiyle karşı karşıya kaldık ve sağlık sistemimiz ilk 24 saat dahil, ilk 0’ıncı saniyesinden itibaren, bu 11 ildeki bütün insanlarımızın yardımına koşabilen, aynı zamanda koordinasyonunu iyi sağlayan ve oradaki bütün yaralıların ve gerekli olan tedavileri yerinde veya işte Mersin, Adana, İstanbul gibi, Ankara gibi drenaj sisteminde kullanarak çok büyük bir başarı elde etti. Bu hem Dünya Sağlık Örgütü, hem dünyadan gelen, bize destek veren bütün ülkeler tarafından hayranlıkla ve takdirle karşılandı. Bu konuda ben o zaman görev yapan her vatandaşımıza, ama özellikle sağlıkçılara çok teşekkür ediyorum.
“Toplumun hazır olması gerekiyor”
Bizler sağlıkla ilgili depreme hazırlığı en çok ön planda tutan kurum oluyoruz ve olmalıyız da. Ve bugün de aynı şekilde bizim deprem öncesi hazırlıklarımız her depremde veya her afette aldığımız tecrübelerle, geri bildirimlerle daha da geliştiriyoruz. Özellikle İstanbul’da, mesela son depremde dahil bizim şöyle bir alanımız var. Sağlıkla ilgili ilk 8, 72 ve ondan sonraki saatlerle ilgili planlamalarımız var. Böyle olunca da biz esasında depremin planlamasını ve depremde nasıl hareket edeceğimizi deprem öncesinde personelimize ve sağlık çalışanlarına öğretiyoruz. Bu neyi sağlıyor bize? Esasında reaksiyonun o deprem anında kendi kendine olabileceğini, kendi kendine yönetsel olarak ne yapacağını bilen bir sağlık sistemini oluşturduk. Yani siz 0’ıncı saniyede deprem olduğunda, İstanbul örneğini vereyim, bizim sağlıkçılar o anda ne yapacaklarını, nasıl bir reaksiyon göstereceklerini, nasıl hareket edeceklerini öğreniyorlar.
İstanbul için de özellikle söylüyorum, 12 tane hastanemiz var izolatörlü, şehir hastaneleri büyük oranda. Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi şehir hastaneleri bizim hayalimizdi, gerçeğe dönüştürdük ve en önemlisi de bu depremlerde inanılmaz fonksiyonlar gördüler. Çünkü izolatörlü, yıkım imkanları veya yıkılmayla ilgili bir riskleri yok. 24 saat çalıştıkları için de depremde bizim ana üslerimiz olacaklar ki Mersin öyle oldu, Adana öyle oldu ve sağlık sistemi bu ana omurga üzerinde kendi kendine ilk 24 saat yetebilecek kadar hazır halde. Ama şu var, öncesinde de toplumun hazır olması gerekiyor. Yani biz deprem maalesef depremle karşı karşıya olma riski yüksek bir toplumuz. Onun için depremde nasıl hareket edeceğimizi, sadece fiziki yapıları düzeltmek değil, esasında hareket tarzımızı da iyi düzeltmemiz lazım. Davranış yöntemlerimizi ona göre hareket etmemiz lazım.
Her bir yere girdiğimizde ya deprem olursa ben ne yaparım? sorusunu sormalıyız. Veya işte deprem oldu ben önce kendi canımı sonra çocuklarımı, annemi, babamı ailemi düşünüyorum. O zaman onlarla nerede buluşacağım, nasıl buluşacağım? Onları bile esasında planlamamız lazım deprem öncesinde. Bu çok önemli. Toplumsal davranışlarımızı ve toplumsal mentalitemizi otomatik depremde ne yapacağımızı önceden planlayarak ve öğrenerek acılarımızı azaltmamız lazım. Ve bu hazırlığı her zaman yapmamız lazım.
“Her türlü afete hazırız”
Biz sağlık sistemi olarak topluma şunu net ifade ediyorum ki her türlü afete geçmişte nasıl başarıyla müdahale ettiysek, onları canlarını ve sağlıklarıyla ilgili her türlü organizasyonu yapabildiysek, bundan sonra da her türlü afete hazırız ama Allah bize bir daha öyle acılar göstermesin diye de dua etmemiz lazım.
“Sağlık personeli anlamında Türkiye çok şanslı”
Biz dünyanın en iyi sağlık hizmeti sunan ülkelerinden bir tanesiyiz. Özellikle son 20 senede hem altyapıyı hem teknolojisini hem bilişim altyapısıyla beraber koordinasyonu, yönetsel kabiliyeti artmış bir sağlık sistemimiz var. Bu dünyaya örnek, hizmet anlamında. Sayın Cumhurbaşkanım gerçekten bu konuda bir canı kurtarmanın ne demek olduğunu bize öğreterek, bu talimatlarla bizi yönlendirerek bu sistemi gerçekten dünyaya örnek haline getirdik. Sağlık hizmeti anlamında ve özellikle hekim grubu, sağlık çalışanları grubu Türkiye’nin gerçekten çok çalışkan ve özverili, empati duymasını bilen, diğergamlığı yaşayan insanlar gerçekten çok özverili insanlarla çalışıyoruz. Yani sağlık personeli anlamında Türkiye çok şanslı.
“3 milyon kişiye kilo boy ölçümü yaptık”
Bunun yanında esasında bir de sağlıklı toplum oluşturmamız gerekiyor. Yani biz sağlık hizmetini iyi veriyoruz ama bugün baktığınız zaman siz şimdi diyorsunuz 3 milyon kişiye gönüllülük esasına göre kilo boy ölçümü yaptık. Şimdiye kadar mayıs ayında, temmuza kadar bunu 10 milyona çıkartmayı düşünüyoruz ki bu gönüllülük esası sonra bir daha vurguluyayım. Ama sağlıklı toplum oluşturmamız için sadece bizim sağlığın çabası yetmez. Sağlıkçının da çabası yetmez. Toplumun buna katılımı ve farkındalığın oluşması gerekir. O nedenle biz eskiden bunlar sağlık ocaklarında, aile sağlığı merkezlerinde, hastanelerimizde tabii ki sağlık hizmeti veriyoruz. Ama eskiden toplumun gelmesini ve kendisini tartmasını veya benim ihtiyacım var demesini bekliyorduk. Biz bu paradigmayı değiştirdik şimdi. Biz topluma gidelim dedik. Çünkü toplumu aynı zamanda sağlık anlamında da hem bilinçlendirmemiz hem de farkındalığı oluşturmamız gerekiyor. Onun için sahaya çıktık ve dedik ki topluma senin gerçekten kilo sorunun var. Obezite sorunumuz var. Türkiye’nin baktığınız zaman toplumsal olarak riskleri var. Bunlardan bir tanesi kilo, obezite.
“Biz şu anda dünyanın en üst seviyesindeyiz kilo anlamında”
Bakın dediniz yüzde 35’i fazla kilolu çıkmış şimdiye kadar. Şu ana kadar 3 milyon insanı tarttık ve boyunu ölçtük. Yüzde 35’i fazla kilolu… Biz şu anda dünyanın en üst seviyesindeyiz kilo anlamında. Yüzde 27’si obez bir de. Yani toplam yüzde 52, yüzde 55 bandında insanlarımız istediğimiz kiloda değil. O nedenle biz bu kiloyu insanların sağlığı için istiyoruz. Yani biz kimseye kilon yüksek diye a sen kilolusun demek için bunları yapmıyoruz. Kilo bir sağlık sorunu diyoruz. Bu sağlık sorunu ileride veya yaşamının herhangi bir döneminde kendisine farklı hastalıklar ortaya çıkaracak. Bakın kalp hastalıkları, eklem hastalıkları, tansiyon, inmeler, bunların hepsi kiloyla bağlantılı hastalıklar. Başka bir şey de ifade edeyim. Uyku kalitesi, kilonuz eğer fazlaysa uyku kaliteniz çok düşük ve normalde sabah kalktığınız zaman zaten yorgun kakıyorsunuz.
Bir örnek vereyim. Bir margarin 250 gram. Siz bir margarinle 250 gramda 10 tane alsanız 2,5 kilo eder. 10 tane margarin sabah kalkın, sırtınıza takın, dolaşın bakalım akşama kadar nasıl hissedeceksiniz? Yani 5 kilo, 10 kilo insanların vermesi gerekiyor. Bunun yanında başka bir şey yapıyoruz.
“Bugün toplumun üçte biri maalesef sigara içiyor”
Bu sağlıkla ilgili koruma sadece obeziteyle ilgili değil. Sigarada da aynı sorunumuz var. Bugün toplumun üçte biri maalesef sigara içiyor. Sigara bugün akciğer kanseriyle dünyanın en önde gelen ülkelerinden bir tanesiyiz. Kilo, sigara, bağımlılık, bunlar hareketsizlik bizim toplumumuzun riskleri olarak görüyoruz. Ve bunları biz temel sağlığın, koruyucu sağlığın en önemli düzeltmesi gereken parametreleri olarak görüyoruz. Bununla ilgili ne yapıyoruz? Topluma bunun farkındalığını oluşturmaya ve onları sağlık ve kendi sağlık bedeninin sağlığını korumasını öğretmeye çalışıyoruz. Ve kültürünü de oluşturmaya çalışıyoruz. Ne yaptık? Onu da söyleyeyim. Bu insanları ölçtük, ölçmekle bırakmadık ki. Bu insanlara dedik ki ‘Sağlıklı Hayat Merkezlerimizde diyetisyenlerimiz size her türlü hizmeti ücretsiz veriyor.’ Türkiye’de 288 tane var. Bu sene Allah nasip ederse 100 tane daha ilave edeceğiz onlara ki yaklaşık 60 küsur tane daha 5 ayda ilave ettik. Ama Sağlıklı Hayat Merkezlerine gitsinler.
Orada diyetisyeni var, psikoloğu var, ücretsiz. Fizyoterapisti var, çocuk gelişimcisi var, kanser taraması var, mamografisi var ve her türlü pilatesinden tutun, her türlü egzersizi, diyeti öğretecek insanlarımız var. Ebelerimiz var, ebe okullarımız var. Onun için Sağlıklı Hayat Merkezi’ne lütfen insanlar gitsin. 5 ayda 8,5 milyon gitmiş şimdiye kadar ama biz bunu yeterli görmüyoruz. Çok daha fazla insanımızın Sağlıklı Hayat merkezlerinden yararlanmasını istiyoruz.
“Sağlıklı Hayat Akademisi diye bir şey kuruyoruz”
Toplumu da bu işe katmamız gerekiyor sağlıklı toplum bilincini oluşturmamız için. Aynı zamanda yeni bir uygulama yaptık. Sağlıklı Hayat Akademisi diye bir şey kuruyoruz. Kurduk ve insanları da eğitiyoruz şu anda onunla. Ne eğitiyoruz? İnsanlara nasıl sağlıklı kalacağını, sağlığını nasıl koruyacağını, nasıl besleneceği, nasıl hareket edeceğini, hepsini öğretecek bu insanların aynı zamanda öğrendiklerini etrafındaki insanlara öğretecek bir akademi kurduk ve bunları şimdiye kadar 30 bin kişi eğittik. Kim bunlar? Daha çok işte muhtarı, öğretmeni, cami imamı, toplumun, o bölgenin önde gelen insanlarına nasıl Sağlıklı Hayat Akademisinde eğitim alarak onları sağlık elçisi gibi insanların eğitimine adapte ediyoruz.
“Sağlıklı Gelecek, Sağlıklı Çocuk diye bir programa geçtik”
Çocuklarımızı, Milli Eğitim’le protokol yaparak Sağlıklı Gelecek, Sağlıklı Çocuk diye bir programa geçtik. Okulda gidiyoruz, çocuklara sağlıkla ilgili kültür oluşturacak eğitimler veriyoruz. Eğitimlerle beraber çocuklar aynı zamanda işte ambulansından, UMKE araçlarına kadar hepsini dokunacağı, göreceği, oynayacağı, aynı zamanda daha sonra da ona sağlık elçisi belgesi vererek o çocuğun sağlıklı kalmasını, aynı zamanda da ailesinin, etrafındaki insanların sağlığı için. Çünkü çocuklar çok değerli. Onlar bir şey söyledi mi yapmak durumunda hissediyor herkes. Sağlıklı çocukları da aynı zamanda sağlık elçisi olarak tanımlıyoruz.
“Bedenlerini korumaları için lütfen bize yardım etsinler”
Yeme alışkanlığını toplum aynı zamanda hareketsizlikle birleştirince, kötü yeme alışkanlığıyla beraber maalesef hem hızlı yaşam hem hareketsizlik, bunların ikisi de toplumun şu anda riskleri. Onun için biz özellikle topluma şunu söylüyorum. İnsanlarımıza, vatandaşlarımıza şunu ifade etmek istiyorum. Biz sağlıkçılar her şeye hazırız, korunmasıyla ilgili. Ama bedenlerini korumaları için lütfen bize yardım etsinler.
“Türkiye dünyanın en çok sigara içen ülkelerinden bir tanesi olmasın”
Bakın, o kilo boy ölçümü biraz fazla gündem oldu ama aynı yerlerde ne yapıyoruz? İnsanlara 60 bin insanımıza nikotin testi yaptık şimdiye kadar. Bu sigara içen insanlarımızı da nikotin oranına göre yönlendiriyoruz. Nereye yönlendiriyoruz? Sigara bırakma polikliniklerimize yönlendiriyoruz. Böylece insanların nasıl sigara bırakması konusundaki teknikleri aynı zamanda onların bırakma konusundaki kabiliyetlerini arttırmaya çalışıyoruz. Çünkü herkes biliyor ki bugün sigara sağlığa zararlı. Nefessizlikten, KOAH’ından, işte kalp krizinden, akciğer kanserinden hepsinin etkenlerinden bir tanesi sigara. Herkes biliyor bunu. İçen de biliyor esasında. Ama bunu nasıl bırakacağı konusunda biz onlara yardımcı oluyoruz. Lütfen onlar da bize yardımcı olsunlar ki Türkiye dünyanın en çok sigara içen ülkelerinden bir tanesi olmasın.
Kilo veya hareketsizliği lütfen bizimle beraber destek vererek beraber onların kilosunu azaltalım ki Türkiye dünyada şeker hastalığında ikinci sırada olmasın. Düzgün beslenmeyi onlara öğretelim ki gelsinler, bizden yardım istesinler, aile hekimlerinden yardım istesinler. Bugün aile hekimliği konusunda Türkiye gerçekten inanılmaz bir kabiliyete sahip. 28 bin aile hekimimiz var. Her biri insanlarımızın sağlıklı kalması için onları orada bekliyor. Lütfen gitsinler, nasıl sağlıklı kalacaklarını aile hekimlerinden öğrensinler.
Biz koruyuculuğu ve sağlıkla ilgili doğru olanları ifade etmek durumundayız. Ben Sağlık Bakanıyım. Hastalık bakanlığı değilim. Öncelikli olarak bunu ifade ederek her zaman koruyan sağlık politikası oluşturmaya çalışıyoruz. Eğer bir şey sağlıklı olmasının veya sağlıkla ilgili farklı bir boyuta giriyorsa bununla ilgili çalışmakla mükellef olan kişiyim ben.
“Sezaryen dediğimiz esasında bir doğum şekli değil”
Türkiye’de sezaryen oranları yüzde 61,5. Sezaryen dediğimiz esasında bir doğum şekli değil. Bir ameliyat türü. Doğal olan normal doğum kampanyasını Ekim 2024 itibarıyla Sayın Hanımefendi Emine Erdoğan’ın himayelerinde başlattık. Burada ne yaptık? 40 adet eylem planı hazırladık. Daha doğrusu 40 adet adım olarak söyledik. Dedik ki toplumun sezaryen olma oranı Dünya Sağlık Örgütü tarafından ortalama yüzde 15. Yani 10 doğumdan 1,5’u, bir veya en fazla ikisi sezaryen olmalı, primer sezaryen. Ama bu bizim yüzde 50 bandında Türkiye’de. Sezaryen oranları yüzde 65. Bazı hastanelerde yüzde 75-80. Bunu biz ‘ya siz sezaryen olmayın’ demekle yetinmedik. Ne yaptık?
Bu eylem planında şunu yaptık. Önce ebelere fonksiyon tanımladık. Doğumhane tanımladık. Bakın, gebe okulları tanımladık. Bugün Türkiye’de şu anda 13 Aralık 2024’te yürürlüğe girdi. Gebe okulu oluşturuldu. 974 tane. Çünkü biz sadece hekimin veya hastanenin değil, aynı zamanda toplumsal olarak da kadınlarımızın yanında olmak durumundayız. Düşünün ki siz ilk hamileliğinizdesiniz. Özellikle gebelik döneminde son trimesterında, son üç ayında yani ya kadının hormonu değişiyor, bedeni değişiyor, psikolojisi de değişiyor. Ona destek ve onun yanında durmamız lazım dedik. Ebeleri bununla ilgili görevlendirdik. Dedik ki annelere ‘Anne okullarına gelin, gebe okullarında size psikolojik olarak veya fiziki olarak ne yapabileceğinizi öğretelim, rahatlatalım.’
Aynı zamanda bir uygulama yaptık, anne yolculuğu diye. O uygulamayla insanlarımız, annelerimiz, anne adaylarımız doğum nedir? Nasıl bir süreç onları bekliyor? Neler yaşayacaklar? Hatta çocukları olduktan sonra iki sene dahi o uygulama, mobil uygulamanın onlara öneriler sunacağını ve onları anne yolculuğunda bizim hem eğiteceğimizi hem bu konuda destek vereceğimizi söylüyoruz.
“Yüzde 61 sağlıklı bir rakam değil”
Hastanelerde doğum sorumlusunu tespit ettik. 5700 tane ebeyi doğum sorumlusu ve onunla ilgili eğitimlerini vererek esasında ebelerin doğumda daha fonksiyonel olmasını, anneyle beraber o doğum sürecinin daha hamileliğin başından itibaren onunla eşleştirerek doğumla beraber normal doğumun ne kadar fizyolojik olduğunu, bebeğe ne kadar katkı verdiğini, anneye nasıl sağlıklı olacağını, onunla ilgili nasıl bir süreç yaşayacağını anlatarak esasında sezaryen oranlarımızı düşürmeyi hedefledik. Çünkü yüzde 61 sağlıklı bir rakam değil. Ve bizim hedefimiz esasında neydi? Onu da söyleyeyim. 40 haftalık bir süreç bu doğum eylem planı. 40 haftada yapacaktık. Şu anda yaklaşık 30-35 hafta arasındayız. Temmuz sonu itibarıyla bitecek.
Bizim hedefimiz doğum, sezaryen oranlarını düşürmekti. Çok şükür bütün ekibe, herkese teşekkür ediyorum. Şu anda yüzde 3 oranında toplam sezaryen oranlarında düşüklük sağladık. Bunu da denetimlerle, motivasyonlarla, toplumla beraber, annelerimiz, anne adaylarımızla beraber, ebelerimizle beraber daha da düşürmek hedefindeyiz. Çünkü bu sonuçta açık söylüyorum, yüzde 61 büyük oran. Çünkü çocuk sağlığı açısından da öyle. Çünkü doğal süreç, normal doğum fizyolojik bir şeydir. Onun için o hem çocuğun anne ilişkisi, anne-çocuk ilişkisi hem çocuğun sağlığı açısından hem annenin sağlığı açısından bunu tavsiye ediyoruz. Tabii ki tıbbi endikasyon dediğimiz işte acil durumlar dahil onlarda sezaryen olması şarttır. Ama bu yüzde 15’i, yüzde 20’yi geçmemesi gerekir. Geçiyorsa sosyal endikasyon dediğimiz, isteğe bağlı bir sezaryeni çok önermiyoruz.
“1 milyar 24 bin kez sağlık sistemine yararlanmış”
Şöyle bir şey yaptık biz Merkezi Hastane Randevu Sistemi’nde, Türkiye 2024 senesinde 1 milyar 24 bin kez sağlık sistemine yararlanmış. Yani her vatandaş 12,5 kez sağlık sistemine gitmiş. Dünya ortalaması, OECD ortalaması 6,2. Yani biz esasında her vatandaşımıza Avrupa’nın, OECD’nin neredeyse iki katı kadar sağlık hizmeti sunmuşuz. Peki bu sağlık hizmeti sunarken de tetkikinden filmine, ilacından her şeyini neredeyse ücretsiz yapmışız ve baktığınız zaman Türkiye diğer ülkelere göre çok büyük bir sağlık hizmeti sunuyor. Her ucunda ülkemizin, herkese ücretsiz ve en iyi sağlık hizmetini sunuyoruz.
Bugün baktığınız zaman şehir hastanelerimiz dünyada ender görülen, ben onlara sağlık binası şaheserleri diyorum yani. Biz bunlarla ilgili hizmetleri mükemmel verecek kabiliyeti olan bir sağlık sistemine, sağlık çalışanlarına sahibiz.
Peki randevu sorunumuz neden oluyor diye baktık. İnsanlarımız neden randevuyu talep etmeye başladılar ve hangi branşlarda baktılar? Bunların kök nedenleri ne? Bizim bilişim altyapımızla, bunlarla ilgili büyük bir çalışma arkadaşlar sergilediler ve insanları aradık. Dedik ki niye ihtiyaç duyuyorsunuz? Bunun nedenlerine yönelik çözümler ve pratik işlemlerle bir de aile hekimliğini daha kuvvetlendirerek hastaneye gitmesi gerekmeden, aile hekimliğinde çözülecek problemleri de veya yazılacak ilaçları da orada yazdırarak, raporlarda da dahil… Sağ olsun Çalışma Bakanı’mıza da Mehmet Şimşek Maliye Bakanımıza da teşekkür ediyoruz.
Aile hekimliklerinde de bazı ilaçların, bazı raporların yazılabilmesini sağlayarak böylece yüzde 80 oranında bekleyen hasta oranını, randevu bekleyen hasta oranını azalttık. Birkaç branş hariç. O branşlarda da uzman hekim, özellikle kamu tarafında eksik olduğu için, onları da şimdi tamamlıyoruz inşallah. MHRS’yi biraz daha rahatlattık.
Aile hekimliklerinin hastanelerle entegrasyonu
Ama esas başka bir şey de yaptık. Bunu toplumun çoğu bilmiyor. Burada özellikle TRT vasıtasıyla bütün halkımıza özellikle ifade etmek istiyorum.
Esasında aile hekimlikleriyle devlet hastanesi ve eğitim araştırma hastanesiyle entegrasyon sistemini geliştirmeye çalışıyoruz. Yani sizin kendi aile hekiminiz eskiden olduğu gibi aile hekimleri hasta gelsin diye değil, 3500 nüfusa düşürdüğümüz aile hekimi nüfusunu, aynı zamanda aile hekiminin ödeme sistemini de değiştirerek ilave olarak maaşa… O 3500 kişinin sağlıkla ilgili bütün işlemlerini aile hekimi üzerinden yapmasını istedik.
Ne yaptık? Onu da anlatayım kısaca. Aile hekimi bugün 50 yaşın, belli yaşın üzerindeki insanları arayıp hastalık taraması yapıyor. 2,5 milyon üzerinde insana biz şu anda daha hastalığı olmadan şeker, hipertansiyon, taraması yaparak insanlarımızın daha hastalığın farkında olmadan aile hekimleri tarafından bunların tespit edilmesini sağlattık. Bu çok önemli bir şey. Artı iki reçeteden bir tanesi antibiyotikti. İnsanlar antibiyotik kullanmayı o kadar alışmışlardı ki biz dedik ki eğer insanlar hastalanmıyorsa, az ilaç kullanıyorlarsa aile hekiminin bu konuda performansının iyi olduğunu gösteriyor. Çünkü o aile hekimi aynı zamanda o grubu korusun istiyoruz. O kendi nüfusunu korusun istiyoruz. Ama şöyle bir şey de yaptık, demin entegrasyondan bahsettim.
Kendi aile hekiminizi hastanelerden istedikleri anda randevu alabilir hale getirdik. Yani kendi aile hekiminize gittiğiniz zaman eğer gerçekten aile hekiminiz bunu gerekli görüyorsa bakın, bunu da bir daha vurguluyorum. Çünkü ya aile hekimine niye gideyim ben, reçete yazsın, başka bir şey yapmasın mantığını değiştirmemiz lazım. Aile hekimi gerçek doktordur. Oradaki herkesin hastalığını en iyi kendi nüfusundaki insanlardan bilen birisidir. Gerekli olduğu zaman hastaneye yönlendirme yetkisi vardır. İstediği tetkiki yapabilme ve o hastanın derdini öncelikle orada çözmeyle ilgili yeteneği ve yetkisi vardır. Onun için aile hekimleriyle lütfen herkes tanışsın. Aile hekimleri gerek duyduğu zaman da aynı zamanda hastanelerimizde onlara bir randevu kapasitesi oluşturduk. Yani siz aile hekiminiz gerekli gördüğü zaman sizi göz doktoruna da, cildiye doktoruna da, dahiliyeciye de yüzde 10 hastanelerin kapasitesini, randevu kapasitelerini aile hekimlerine açtık ve o randevuları alıyorlar. Kendi hastalarını eğer gerekli görürlerse hastanelere yönlendirebiliyorlar.
Aynı zamanda hastanedeki yapılan işlemlerle aile hekiminde yapılan işlemleri de birbirlerini görür hale getirdik. Ve onları esasında tanıştırıyoruz. Hastanelerle aile hekimlerini entegre etmeye çalışıyoruz ki çünkü bu hastanın tekrar tekrar hastaneye gitmesinin gerekli olmadığını, bu insanların gerçekten çözüm ve bularak sağlıklı kalmasını sağlatmaya çalışıyoruz. Tabii ki gerekli görüldüğü zaman hastanede gerekli müdahaleler yapılacak. Ama topluma şunu ifade ediyorum. Herkes aile hekimiyle tanışsın. Aile hekimliği bizim için çok değerli. Aile hekimleri çok değerli. Öncelikle aile hekimlerinin yönlendirmesine göre sağlıklarını korusunlar. Hastalandıkları zaman da aile hekimliği vasıtasıyla hangi hastaneye nasıl gideceklerinin yönlendirmesini sağlatsınlar.
Bağımlılıkla mücadele
Esasında çapraz denetimler yapıyoruz iller arasında. Bu denetimlerde açıkçası yani 7 bin kişiye ceza verdik şimdiye kadar ilk 5 ayda. Ama biz bunu cezayla halletmek istemiyoruz. Bu insanlar istiyoruz ki kendileri bıraksınlar. Denetimlerle, yasaklarla daha çok toplumla beraber isteyerek sigarayı bırakmalarını istiyoruz. Çünkü insanların sağlıklı olmasını istiyoruz. Onun için de insanlarla beraber bunu açık ve net söylüyorum. Sigara bırakma polikliniklerine lütfen insanlar gitsinler. Sigarayı bırakmak istiyorsanız, sigarayla yaşamak istemiyorsanız, kokusuyla, akciğer kanseri riskiyle, hayat kalitesinin düşüklüğüyle ve çocuklarınızın veya geleceğinizle ilgili problemleri yaşamamak için lütfen aile hekimlerine gidin, Sağlıklı Hayat Merkezlerine gidin, sigara polikliniklerine, sigara bırakma polikliniklerine gidin.
Alo 171 var. Bunu çoğu insan bilmiyor. 171’i arayın, nasıl sigara bırakacaksınız? Nasıl bununla ilgili sorunları, bağımlılıkla ilgili problemleri çözeceksiniz? Sadece sigarayla ilgili değil ki bugün baktığınız zaman özellikle davranışsal bağımlılıklarımız riskli. Çocuklarımız interneti kullansınlar, kullanmasınlar demiyorum ama bunun bir bağımlılık haline gelmemesi için lütfen danışmanlık alsınlar, Alo 171’den veya Sağlıklı Hayat Merkezinden veya aile hekimliklerinden veya bizim çocuk gelişimcimizin olduğu Sağlıklı Hayat Merkezlerinden. Çünkü bağımlılık insanın yaşantısındaki en büyük risklerden birisi haline geliyor ve çocuklar bunun farkında olmadan bugün dünyamızın en büyük risklerinden birisi internet, oyun bağımlılığı. Kullanacaklar, onları kullanmasını öğreteceğiz ama internetin, bilgisayarın onları kullanmasına engel olacağız.
“Türkiye’de şu anda 174 tane büyük hastane inşaatı var”
Sayın Cumhurbaşkanımız zaten bize politikasını ve ana politikamızı Sağlıklı Türkiye Yüzyılı olarak koydu ortaya ve bize dedi ki koruyan, geliştiren, üreten sağlık modeli oluşturacaksınız dedi. Biz de bu yolda gece gündüz çalışıyoruz. Çünkü demin bahsettim, koruma, sağlıklı kalmak birincil hedefimiz. Toplumsal olarak da Sağlık Bakanlığı olarak da. İkinci hedefimiz, geliştiren… Neyi geliştireceğiz? Sağlığımızın, teknolojimizin, altyapımızın gelişmesini sağlayacağız.
Bugün baktığınız zaman Türkiye’de 184 bin yatak kamuda, tek ve çift kişilik tuvaletli banyolu ve her türlü altyapı, her türlü cihazımız var. Bugün Türkiye’de yapılamayacak veya teknolojik olarak yetersiz olan hiçbir hastane yok hemen hemen. Bunu bir 20 senede inanılmaz bir gelişim süreci yaşadık ve geliştirmeye de devam edeceğiz. Halen daha inşaatlarımızı yapacağız. Türkiye’de şu anda 174 tane büyük hastane inşaatı var. Bakın, şu anda aktif devam eden.
“TÜSEB dediğimiz bir yapıyı oluşturduk”
Bunun yanında üreten sağlık dediğimiz bir şey var. Şimdi siz sağlık bilgisini bilebilirsiniz, sağlık bilgisini yapabilirsiniz. Yani bilgisi dediğim, araştırmasını, bilimsel çalışmalarını yapabilirsiniz. Yalnız bunları, bu bilimsel fikirleri, bilimsel çalışmaları ticari ürün haline getirip bunların üretimini sağlamanız için size bir ekosistem lazım. İşte biz TÜSEB’le bunu sağlatmaya çalışıyoruz. Yani esasında insanlarımız biliyor, hekimlerimiz çok çalışkan, çok iyi bilim insanlarımız var. Bu bilim insanlarımızın fikirlerinin esasında ticari ürün ve sağlık sistemine katmak için bir ekosistem oluşturuyoruz. Üçlü sarmal diyoruz biz buna. Nedir bu? İşte bilim bir tarafta, bilim insanı, finans bir tarafta, bir de sanayici bir tarafta, bir de bunu organize eden TÜSEB dediğimiz bir yapıyı oluşturduk. Bu zaten 2014’te kurulmuştu ama biz bunu şöyle bir şey hale getirdik. Daha etkin olsun ve insanlarımıza fikirden ürüne destek versin. Sanayi Bakanlığımızla da protokol yaptık. Sağ olsun Fatih Bakanımla beraber. Biz o insanların fikrini aldığımız anda, onun fikri mülkiyetini kendisine vererek onun araştırmasını, bilimsel çalışmasını yapıp gerçekten bir şeye yarıyorsa bu çalışmayı da sanayiciyle, finansmanıyla birleştirecek TÜSEB bünyesinde bir yapı oluşturduk.
“Akciğer kalp pompasının yüzde 90 yerlisini yapıyorlar”
O üretim, seri üretime geçeceği zaman da Sanayi Bakanlığı vasıtasıyla işte büyük OSB’lerde vesaire değerlendiriliyor. Türkiye bu konuda gerçekten birkaç sene içinde çok farklı hale gelecek. Şimdi hayvan deneyini bitirdiğimiz ASELSAN’ın da ürettiği TÜSEB’le beraber inşallah 2026’nın başında ilk defa insanda çalışacak bir akciğer kalp pompasının yüzde 90 yerlisini yapıyorlar.
Bugün haziran ayı sonu itibarıyla insanlarda kullanmaya başlayacağımız, Bilkent Üniversitesi’nin, TÜSEB’in ortak olduğu, aynı zamanda ODTÜ Teknopark’ın olduğu işte glikoz sensörünü yapıyorlar. Yani akciğer pompası çok zor bir iştir. Başka bir şey söyleyeceğim. Sayın Cumhurbaşkanımız da söyledi, talimatlandırdı. Bugün kanser ilaçlarını üreteceğiz TÜSEB üzerinden. 2026’da kartisel dediğimiz, lenfomaya, lösemide dünyanın en ileri teknolojisiyle üretilen tedavi yöntemlerini bu ülkede yapabilir hale geleceğiz. Bunların hepsini TÜSEB bünyesinde teşvik ediyoruz, finanse ediyoruz ve koordine ediyoruz aynı zamanda.
Bir şey daha yaptık. Onu da çoğu insan bilmiyor, bilim insanları için söylüyorum. Şimdi yurt dışındaki insanlar veya bilim camiası veya bir üretici bir faz çalışması yaptırabiliyor, faz 3 çalışması. Ama bizim yerli bilim insanlarımız bu finansmanı nasıl bulacak diye düşündük ve çok teşekkür ediyorum. Şunu yaptık. Eğer gerçekten bu ülkede bir bilimsel çalışma yapılıp, yeni bir ürün üretilecekse bu da Sosyal Güvenlik Kurumu anlamında maliyetlerini azaltacaksa ki biliyorsunuz şu anda ilaçların yaklaşık yüzde 90’ını biz üretiyoruz ama maliyetleri biyoteknoloji anlamında son zamanlarda müthiş bir maliyet binmeye başladı Sosyal Güvenlik Kurumuna.
Bu ilaçları biyoteknoloji ve biyobenzer ilaçları Türkiye’de üretmek için bir planlama yaptık. Hangi ilaçlar lazım, hangi kanser ilaçlarını en çok ithal ediyoruz? Bunların hepsini sıraladık ve bunlarla ilgili 2026’dan itibaren bir kısmını üretmiş olacağız. 2028’e kadar da hemen hemen o stratejik bulduğumuz bu kanser ilaçlarını, kartisel gibi tedavileri, hepsini, malzemeleri, hepsini sıralayarak TÜSEB üzerinden insanların ve ticaret erbabının buraya yatırım yaparak üretmesini sağlatacağız.
Sadece Türkiye’nin değil, etrafımızdaki ülkelerin de gerektiği zaman bütün teknolojisini, cihazını, ilacını verebilir hale geleceğiz. Buna inanıyorum ben. Zaten ihraç ediyoruz ama biyoteknoloji, biyobenzer veya ileri teknoloji ile üretilen kanser ilaçları gibi, immünoterapiler gibi ilaçları da üretebilir ve onları ihraç edebilir hale geleceğiz.
“Bizim bu aşıları da üretmemiz gerekir”
Aşıyla ilgili de şunu yapıyoruz. Biliyorsunuz Türkiye 13 aşıyı tamamen ücretsiz insanlarına ulaştıran bir sistem kurmuş son 15 senedir. Bu gerçekten Türkiye’de inanılmaz bir hastalık korumasını sağladı. Yani bugün kızamık görmüyorsak Türkiye’de, gerçekten suçiçeği görmüyorsak, çiçek görmüyorsak, kabakulak yoksa, çocuk felci yoksa, bunların hepsi bu aşıların yapılması sayesinde oldu. Dünyanın iyi ülkeleri arasına girdiysek, bunların hepsi aşılar sayesinde oldu. Ama bizim bu aşıları da üretmemiz gerekir dedik.
“Kendi aşılarımızı biz yapacağız”
Hıfzıssıhha’yı uzun süredir yeniden yapılandırmaya başladık. Onu yönetimsel olarak da yaptık. Biz hangi aşıları yapmalıyız? Hangi aşılarla ilgili projeksiyon yapıyoruz? Bunların hepsini planladık. Pnömokok, menengokok, difteri, tetanoz, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, verem ve hepatit ve influenza aşılarını yapacağız diye öngördük. Bunların sadece belli teknolojileri değil, mRNA gibi yeni teknolojilerle de üretebilir planlamalarımızı yaptık. Ama somut olarak şunu söyleyeyim. 2026’da kuduz aşısını antijen ile beraber üretebilir hale geleceğiz. Diğer aşıları da inşallah çok kısa zamanda Türkiye’de üretebilir hale gelmiş olacağız. Kendi aşılarımızı biz yapacağız.
“HPV aşısını insanlarımıza ücretsiz ulaştıracağız”
Başka bir müjde de vermek istiyorum huzurunuzda. Biliyorsunuz özellikle bu HPV ile ilgili spekülasyonlar oluyor. Onunla ilgili biz de bir çalışma yaptık. Biliyorsunuz bunun esasında 200 tipi var. Farklı şeyleri var, varyasyonları var. Esas kanser yapma riski olan, özellikle rahim kanseri riski olan iki tane suşu var. Bunlarla ilgili de aşı programına başlatacağız. 2025’in sonunda 13 yaşındaki bütün çocuklarımıza, isteyen çocuklarımıza HPV aşısını yapabilir hale getireceğiz. 15 yaşın üzerindekileri de isteyenlerin aşılarını yapacağız hale geleceğiz.
Bunu da özellikle bunun çünkü speküle ediyorlar. Biz HPV’yi tarıyoruz şu anda. SMA’yı da tarıyoruz ama aşıların da özellikle HPV aşısını da 2025 sonu itibarıyla insanlarımıza ücretsiz, çocuklarımıza, özellikle 13 yaşındaki çocuklarımıza ulaştıracağız.
“Sağlıkla ilgili Türkiye farklı bir yere gelmiş diye gördüler”
Şimdi Türkiye özellikle COVID’le beraber dünya şunu fark etti. Sağlıkla ilgili Türkiye farklı bir yere gelmiş diye gördüler. Belki COVID’e kadar bu çok farkında değildi ülke bir kısmı. Ama COVID’de çok gelişmiş sandığımız ülkelerde insanlar sokaklarda kaldılar. Biz bırakın insanları sokakta bırakmayı, hastane haricinde insanların evine gidip tedaviye ulaştırır bir sağlık sistemimiz olduğunu gördük. Basit bir örnek vereyim. İstanbul İl Müdürüyüm o zaman. İşte bu aşılar soğuk zincirle nasıl dağıtılacak dendi. 2009’dan beri bu ülkede aşı dağıtım sistemi vardı. 2009’dan beri soğuk zincir sistemi kurulmuş. Her yere aşıya ulaştırabilir, aile hekimliklerinde dahi aşının ısısını takip edebilecek bir sistemimiz vardı.
Bizim ülkemizde bile insanlar bizim sistemimizin farkında olmayan insanlarımız vardı. Ama biz bunu dedik o zaman. Dedik ki biz sağlık sistemimiz bu aşıyı rahatlıkla yönetebilir. Soğuk zincirimiz de var, her türlü altyapımız da var. Gerçekten de öyle oldu. Hatta biz elektronik sistemde de aşı kartını dünyada elektronik sistemde ilk veren ülkelerden bir tanesi olduk. Aşıyı olduktan birkaç saniye sonra sizin aşı kartınız, elinize elektronik sistemi, uluslararası aşı kartınız geldi.
Yani yurt dışında 2 ayda, 3 ayda aşı yapıldıktan sonra aşı kartı olamayan insanlar oluştu. Bu ne sağladı Türkiye’ye? Sağlıkla ilgili güveni arttırdı. İnsanlar şunu baktılar, ‘Aaa Türkiye gerçekten sağlıkla ilgili çok iyi işler yapıyor.’ Bunun neticesinde şu anda Türkiye sağlıkla ilgili dünyada en güvenilir, en iyi sağlık hizmetini sunan ülkelerden bir tanesi haline geldi ki bunu hem Dünya Sağlık Örgütü söylüyor hem ülkeler söylüyor hem de insanlar o için de sağlık hizmeti almaya geliyor ülkemize. Baktığınız zaman şu anda ülkemize 3 milyar doların üzerinde bir gelir sağlanmış durumda. Ama biz bunu yeterli görmüyoruz. Bizim hedefimiz 2028 yılında 20 milyar dolar.
Sağlık turizmi
Bunu yapmamız için de USHAŞ’ı yeniden, USHAŞ dediğimiz uluslararası ve yurt dışı dahil bu sağlık turizmini hem sertifiye eden hem de onu koordine eden, organize eden bir şirket kurulmuştu zamanında. Bunu daha da etkin hale getiriyoruz. Sadece özel sektörün değil, kamu sektörünün de bu sağlık turizmine etkin hale gelmesine çabalıyoruz. Başka bir şey daha yapıyoruz. Demin bahsettim. Sadece insanların gelmesini değil, bizim de yurt dışındaki insanlara gidip, onları koordine edip, USHAŞ vasıtasıyla Türkiye’de çok iyi aracı kurumlar var. Birçok aracı kurumun koordinasyonunda buraya gelmelerini sağlayacağız.
Türkiye’ye inanılmaz bir turist geliyor. Bu turistlerin aynı zamanda Turizm Bakanlığı’na protokol yaparak bunların geldikleri zaman sadece hastalık için değil, sağlıklı yaşam ve sağlık rehabilitasyonu, termal turizmi dahil hepsini yapabilir hale getirmesini istiyoruz. Bu konuda da bir mevzuat çalışmamız da var. Yani Türkiye esasında sağlıkta şu anda bölgesinin lider ülkesi oldu. Ama daha da geliştirmek, sadece ülkemizin yakınından değil, her yerden insanların, sağlık ihtiyacı olan insanlara sağlık ihtiyacını sunmak hedefindeyiz. Bugün 30 tane ülkeyi hedef edindik. O 30 ülkeyi USHAŞ vasıtasıyla daha çok Türkiye’den sağlık hizmeti alabilir, aynı zamanda sağlık turizmini de geliştirebilir hale getireceğiz. Bu konuda da mevzuat da çıkarttık. Turizm Bakanlığı’yla protokol yaptık ve tanıtımlarımızla, her şeyimizle çok farklı bir yapıya ulaştıracağız. 20 milyar dolar 2028’de büyük hedefimiz var.
Yeni sağlık yasası
Şimdi tabii torba kanun taslağımız var. Bununla ilgili sağ olsunlar grup başkanlığımız, milletvekillerimiz de çalışıyorlar. Biz burada özellikle bazı yeni teknolojik olarak işte onam formlarının elektronik sistemde olması, işte bağışların da elektronik sistemde bildirilmesini, özellikle optisyenlerle ilgili bazı mevzuatsal değişiklikleri, tanımlamaları yapıyoruz. Tam netleşmiş değil ama özellikle özel hastanelerdeki doktorlarımızın özlük hakları gibi bazı mevzuatlar var.
Birkaç tane özellikle ilaçların depolarda takibini, ITS dediğimiz ilaç takip sistemimiz var ama bunların bildirimiyle ilgili mevzuatsal değişiklikler var ama inşallah çok yakın zamanda da o kanun taslağını meclisimiz kabul edecek. Onu da bir an önce bekliyoruz. Büyük yapısal değişiklikler de mevzuatsal anlamda yönetmeliklerle de yapıyoruz, kanunlarla da yapacağız.
Şunu bilsinler ki sağlıkla ilgili özellikle kamu, özel, üniversite ayrımı yapmıyoruz. Ben bunu üze, ben Sağlık Bakanı olarak sadece kamunun Sağlık Bakanı değilim, kamu hastanelerinin. Özel üniversitelerin, özel hastanelerin, devlet üniversitelerinin ve üreticinin, ilaç sektörünün, eczacının, diyetisyenin, bütün sağlık personelinin, bütün hastaların Sağlık Bakanıyım.
Onun için biz bunların ayrımı yapmıyoruz. Türkiye’de sağlığı nasıl geliştireceğiz, insanlarımıza sağlığı nasıl daha iyi ulaştıracağız, onlar nasıl daha sağlıklı kalsın ve sağlık çalışanları, sağlık ortamları daha iyi nasıl olsun, daha mutlu nasıl olsunlar diye çabalıyoruz.
“37 bin bu sene için kadro tahsis edildi bize”
Yeni açacağımız hastaneler, yeni açacağımız birimlere göre bir de ayrılan personelin veya emekli olan personelin yerine planladığımız dahilinde bir kadro tespiti yaptık. Maliye Bakanlığı’na 37 bin bu sene için kadro tahsis etti bize.
Bu kadroların ilk etabını 19 binini ilan ettik ve ÖSYM üzerinden, İŞKUR üzerinden bazılarını, bazılarını da KPSS puanına göre kurayla atadık. Ama başlayışlar yapılacak. Geri kalan 18 bin kadroyu da nasipse eylül, ekim ayında ilan edeceğiz. Onlar da birkaç ay içinde kamu için söylüyorum, kamudaki sağlık ordumuza katılacaklar.
Ama tabii ki her mezun olana maalesef iş bulma şansımız kamuda yok. Ama şöyle bir şey yaptık. Onu da bilmenizi istiyorum. Sağlık meslek mensupları mevzuatı çıkarttık ki esasında yaklaşık 14-15 senedir tanımlamaları vardı ama bunların kendi başlarına nasıl çalışacağı konusunda bir tanımlama ve mevzuat altyapısı yoktu. O nedenle bunlar dışarıda çalışma tanımlaması olmadığı için sağlıkla ilgili bir çalışma prensibi veya çalışma modeli oluşturmamışlardı.
Biz bunlara esasında sağlık birimi oluşturmayı, özelde kendi başlarına çalışabilir hale getirdik. Yani esasında bu yaklaşık 640 bin personeli istihdam edecek bir yapı. Özel sektör için söylüyorum. İhtiyaç da var. O konuda bir mevzuat çıkarttık ve onların esasında sadece kamuda değil, özel sektörde de kendi başlarına işlem yapabilir hale getirdik.
Tabii şartlar var, standartları var. Onları sağlayan herkes kendi başlarına da işte diyetisyeni, fizyoterapisti, odyometristi, klinik psikoloğu, hepsi bu konuda kendi başlarına çalışabilir hale getirildi.
Kene vakalarındaki artış
Ben sağlıkla ilgili fazla spekülasyon yapılması taraftarı değilim. Bu sağlık yani söyleyeceğiniz kelimeler çok insanları paniğe de sebebiyet verebilir. Tam tersine yanlış bir ifade kullanırsanız çok rahat, rehavete de sebebiyet verebilir. Onun için bizim doğru işlemler yapmamız ve doğru söylemlerde bulunmamız gerekiyor.
Çünkü insanlara sağlığıyla ilgili tedirgin ve korku yaşatmamamız lazım. Ama şu var. 1969’dan beri Kırım-Kongo ateşi maalesef keneden bulaşan bir hastalık türü ve bizler bununla ilgili Türkiye’de Bilim Kurulu çerçevesinde hareket ediyoruz. Artı bizim bu konuda 2011 yılından beri bilgi sistemimiz var. Yani bize bildiriliyor. Biz her kene ısırığını ve Kırım-Kongo ile ilgili bilgileri topluyoruz ve bunu takip ediyoruz.
Şu anda bizim geçmiş yıllara göre ilave veya ekstra bir fazlalığımız veya ölüm oranımız yok. Bunu özellikle ifade edeyim. Süper kene… Kelime çok güzel de böyle bir durumumuz yok. Takip ediyoruz biz bunları. Geçmişe göre farklılığımız yok. Onu özellikle söylemek istiyorum. Ha olursa da bunu ifade edebiliriz. Ha öyle yani kene türü var tabii de yani bu kenelerin ‘ya süper keneymiş’, ‘ya şöyleymiş, böyleymiş’ bunu speküle etmek insanlara bir faydası dokunmuyor. Bunu takip ediyoruz. Şu anda anormal bir durum yok kene ile ilgili.
İnsanlara da özellikle işte İç Anadolu Bölgesi’nde, Sivas, Tokat, işte Erzurum, o bölgelerde dikkat edilmesi gerektiği, bu devirde özellikle bizim Bakanlığımızın zaten bununla ilgili duyuruları var. Nasıl davranılacağı, özellikle kene ile ilgili. Yani keneyi patlatmak, sıkmak, çıplak etmemek, dokunmaktan çok işte bir aletle, bir eldivenle çıkarılması, gerekirse de doktora başvurulması, kenenin özellikle olacağı bölgelerde, riskli alanlarda, işte kendi, çıplak veya açık ciltlerin açık olduğu alanları kapatarak dolaşılması, giyinilmesi vesaire herkesle ilgili bilimsel anlamda biz insanlara duyuru yapıyoruz. Ama kene takip ile ilgili şu anda bir anormalliğimiz yok. Olursa da bunu özellikle ifade etmek isterim.
Başka bir şey ifade edeyim, onu demin atladık aşıda. Kırım-Kongo ateşi ile ilgili aşı konusunda Türkiye belki de dünyada ilk aşısını üretebilecek ülkelerden bir tanesi olacak. Hem Kayseri’de hem bu konuda İstanbul’da Kırım-Kongo aşısı ile ilgili de büyük bir çalışma yapıyoruz. Aynı zamanda maymun virüsü ile de ilgili aşı çalışmamız var. Onu da ifade edeyim.
“(Yenidoğan) 21 tane bilimsel kurul oluşturduk”
Şimdi şöyle bir şey yaptık. 21 tane bilimsel kurul oluşturduk. Aynı zamanda denetlemeyi yaptık. Aynı zamanda bunları tıbbi endikasyon denetlemeleri de yapar hale getirdik. Yani sadece fiziki yapılarla, hizmetle değil, hastalıkla ilgili takip süreçlerini de kontrol edebilir ve denetlenebilir hale getirdik. Sadece Yenidoğan’da değil işte, yoğun bakımından, acizine kadar 21 tane şu ana kadar bilimsel kurul oluşturduk.
Aynı zamanda yoğun bakımları elektronik olarak, online olarak takip edebilecek bir zorunluluk getirdik. Yani elektronik olarak bütün hastanelerden artık online bilgi alabilir hale getiriyoruz. Bununla ilgili şöyle de bir şey ifade edeyim. Yani biz gerçekten dünyada iyi sağlık hizmeti sunuyoruz. Böyle birkaç tane insanlıktan nasibini almamışların sağlık sisteminin bütünüymüş gibi algılanmasını, algılatılmasından üzüntü duyduk. Onun haricinde Türkiye bu konuda kendi denetimini de yapabilir halde. Kendi sağlık sistemini en iyi şekilde yürütebilir halde. Ben hem hekimlerimize hem sağlık sistemimize, özel kamu, üniversite ayrımı yapmadan dünyanın en iyi sağlık hizmetini sunan arkadaşlarımıza da buradan minnetlerimi bir daha teşekkürlerimizi sizin vasıtanızla gönderiyorum.
Sağlık Uygulama Tebliği fiyatlarının artırılması
Sayın Cevdet Yılmaz’ın başkanlığında Ekonomik Koordinasyon Kurulu Sağlıkla ilgili toplantıda bunu da dillendirdik. Çalışma Bakanlığı, biz, Maliye Bakanlığı, bu konuda bir çalışma yapıyoruz. Hem SUT fiyatlarını daha realize etmemiz hem de bugün nerede nasıl bir tedaviye göre uygulama yapılacağı konusunda iki türlü çalışma yapıyoruz. Bir kısa vadeli bir çalışma olacak bu. SUT fiyatlarını realizasyonu anlamında. İkincisi de esasında bizim amacımız sonuç bazlı, değer bazlı dediğimiz farklı bir Türkiye modeli oluşturmak.
Bununla da ilgili bir bilimsel çalışma yapıyoruz. Böylece sadece yabancıların söylediği ödeme sistemleri değil, bizim Türkiye’ye özgü bir ödeme modeli ile ilgili aynı zamanda bilimsel bir çağrı yaptık TÜSEB’den. Ben şuna inanıyorum. Türkiye en iyi sağlık hizmetlerinden birini sunuyor. En iyi bilişim altyapısı var. En iyi sağlık çalışanları, hekimleri olan bir ülke. Kendi modelini oluştursun ve bu modeli çok daha dünyaya ihraç edebilsin diye düşünüyorum. Yani sadece bizim ülkemizde değil, başka ülkelere de örnek olacak modeller geliştirmeye çalışıyoruz. Onu da yakında, yakın dediğim yani birkaç ay içinde çağrısını çıkıp, bilimsel olarak önerilerimizi sunacağız.
Ama bir şey ifade edeyim özellikle. Şimdi bunu belki yanlış anlaşılmasın ama Türkiye’de gerçekten tetkik anlamında, film anlamında, ilaç kullanımı anlamında ulaşılabilirlik çok çok fazla olmuş durumda. İnsanlarımız herkes buzdolabına baksın, birer tane ilaç kutusu görüyor.
Gereksiz ilaç kullanmasını istemiyoruz. Doktorun önerdiği ilaçları kullanmasını istiyoruz. Yani biz ilaç kullanımında maalesef bu konuda doktora tabi olmak zorundayız, özellikle aile hekimine. Bunu da özellikle ifade ediyorum. Eğer ilaç almışsak, doktor bir endikasyon ve ilaç önermişse o ilacı da tamamını kullanmamız gerekiyor. Yani üç tanesini kullanıp geri kalanı kullanmamamız bize neyi sağlayacak? Mesela antibiyotik alıyoruz. İşte hepsini kullanmıyoruz. Yarısını kullanıyoruz. ‘A beni iyileştim’ diye kullanmıyoruz ama o vücut, o mikrop o antibiyotiğe karşı direnç geliştiriyor. Sonra o antibiyotik bir daha işimize yaramayabilir. Onun için insanlarımızın bilinçli kullanması gerekir.
Onun için biz ne diyoruz? İşte akılcı ilaç kullanımı diyoruz. Akılcı laboratuvar diyoruz. Akılcı görüntüleme sistemi diyoruz. Nedir onlar? Gerektiği yerde, gerektiği zamanda, gerektiği şekilde ilaç, tetkik veya film istenmesini öneriyoruz.