İstiklal Marşı’nın yazılması için verilen para ödülünü Türk milletine bağışlayan merhum şairimiz Mehmet Akif Ersoy, ömrünü kiralık evlerde geçirdikten sonra, Beyoğlu ilçesinde bulunan Mısır Apartmanı’nda mütevazı bir dairede ruhunu Rahman’a teslim etti. Akif’in bir dönem ikamet ettiği ve 2011 yılında Sezen Aksu tarafından satın alınan Beylerbeyi’ndeki 3 katlı ev ise günümüzde güzellik merkezi olarak kullanılıyor. Bugün “müze” olması gereken o evde, “cilt bakımı, manikür, pedikür” işlemleri yapılıyor.
*
Türk şiirinin “üstadı” Necip Fazıl Kısakürek, bohem hayatı yaşadığı ve “mistik şair” olarak anıldığı dönemde sırf eser üretsin diye CHP tek parti iktidarınca teşvik yağmuruna tutuluyordu.
Dönemin İktisat Vekili Celâl Bayar, milletvekili maaşının ayda 200 lira olduğu dönemde, haftalık bir fikir ve sanat mecmuası çıkarsın diye Necip Fazıl’ın eline o zamanın parasıyla tam 1600 lira saymıştı.
İş Bankası’nda çalıştığı dönemde Zonguldak’taki bir kömür ocağı idaresinin teftişine giden üstada, dağ tepesinde, çam ağaçlarıyla çevreli bir köşk tahsis eden “Teftiş heyeti reisi” ise “Bu konforlu köşkte otur, emrindeki hizmetçiye her ihtiyacını gördür, rahat rahat piyesini yaz” demiş…
Necip Fazıl da burada “Bir Adam Yaratmak” adlı tiyatro oyununu kaleme almıştı.
Daha sonra hidayete eren ve bizim mahalleye geçerek fikirleriyle yolumuzu aydınlatan üstad Necip Fazıl, yazdığı 100’den fazla kitaba rağmen ömrünün son 20 yılını geçirdiği Erenköy’deki “Arif Paşa Köşkü”nde kiracıydı. Tarihe tanıklık eden köşk, üstadın hatıralarına rağmen 2005 yılında yıkılarak, yerine apartman yapıldı.
*
“Tek Parti Diktası”nın tüm baskı ve engellemelerine rağmen “Biz yalnız Hakk’a secde ederiz” diye haykıran…
Kur’an okumanın, basmanın, satmanın yasak olduğu devirde kapağına, “Hakk’a Tapar – Halkı Tutar” yazdığı “Serdengeçti” dergisiyle satış rekorları kıran ve çok sayıda kitabı bulunan düşünce adamı ve eski milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti de sefalet içerisinde bir hayat geçirdi.
Hanımı; hapis yattığı yıllarda iki yaşında vefat eden tek çocuğunu tedavi ettirecek para bulamadığı için depresyona girip ayrılan Serdengeçti, Ankara’da Denizciler Caddesi’nde küçücük bir dükkânda yaşıyordu.
Ömrünü; “Kömürlüğü ömürlük yaptık” dediği bu izbe ve rutubetli yazıhanesinde geçiren ve tuvalet ihtiyacı için caminin tuvaletine giden Üstad Serdengeçti, “yeryüzünden iki buçuk metre aşağıdayız. Ölüm bile bizim için yükseliş olacaktır” diyordu.
*
Merhum şair Sezai Karakoç da, 50 yıl boyunca bir “edebiyat, kültür, medeniyet mahfili” haline gelen Diriliş Yayınları ve kitaplarına rağmen, ancak bir çatı katının sahibi olabildi.
*
“Yüreğimin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır” sözlerinin sahibi olan “Kudüs Şairi” ve “7 güzel adam”dan biri Nuri Pakdil, ancak 81 yaşında, Başkan Erdoğan’ın talimatıyla organize edilen bir programı çerçevesinde Kudüs’ü görebildi.
*
Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü köyünde doğan ve Müslümanların dilinden düşürmediği “Hak Yol İslam Yazacağız” şiirini yazan Abdurrahim Karakoç, devlete ait bir hastanenin mütevazı sedyesinde emaneti teslim etti.
*
Sigortadan gelen emekli maaşı dışında başkaca bir geliri olmayan Yılmaz Yalçıner ağabey ise meyve ihtiyacını uygun fiyata karşılamak için pazara akşamüzeri kapanma saatine doğru gidiyordu. Yılmaz ağabey, yazdığı “Türkçede Dünümüzü Hatırlatma Sözlüğü” kitabından bir miktar satın alan Kayseri Talas Belediye Başkanı’nın gönderdiği teşekkür ve takdir mektubu için çok mutlu olmuş, “Ömrü hayatımda aldığım ilk ve tek Takdir Belgesi’dir bu” demişti.
*
28 Şubat’ın zifiri karanlığında bile bildiği doğruları eğip-bükmeden haykıran, şahsına yapılacak en ufak bir iltimasa tahammülü olmayan ve servet yerine dost biriktirmeyi tercih eden “mert kalem” Ahmet Kekeç de vefat ettiği sırada “kiralık” evde oturuyordu.
*
Edebiyat ve şiir dünyamızın ünlü çınarlardan olan ve iki hafta önce, 28 Eylül’de ebediyete irtihal eden Yavuz Bülent Bakiler de metrobüste çekilen fotoğraf karesi ile ne denli mütevazı bir hayat yaşadığını adeta lisan-ı hal ile haykırıyordu. Bakiler, 1994 yılında, o günün parasıyla iki milyon liraya satın aldığı İstanbul’daki evinin bir milyon lirasını elinde ne varsa satarak toparlarken, kalan bir milyon liranın 500 bin lirasını Sivaslı bir iş adamından, diğer yarısını da rahmetli Enver Ören’den borç almıştı.
*
Örneklerden de anlaşılacağı üzere…
Muhafazakâr kesimin gönlünde bayraklaşan yazar, şair ve fikir adamları, eserleriyle bereketlenen ömürlerine rağmen maalesef dünyada kıt imkânlarla hayatlarını idame ettirmek zorunda kaldılar.
Çoğu, başlarını sokacak doğru düzgün bir eve bile sahip olamadan bu dünyadan göçtü.
Dahası…
Henüz hayatta olan ve fahiş kiralar yüzünden bir kamyon dolusu kitaplarıyla sürekli oradan oraya taşınan veya ancak bazı gönlü zenginlerin yardımlarıyla geçinebilen…
Ya da…
Tıpkı…
Dönemin “Basın Birliği Reisi” Hakkı Tarık Us’un odasına küt diye girerek, “Ben ölünce çelenk gönderecekmisiniz?” sorusunu soran ve “Evet” cevabını alır almaz;
“Öyleyse yarı parasını şimdi nakit ödeyin de ziyanı yok, cenazemde çelenksiz kalayım” diyen meşhur Gayur Bey gibi…
Gönderilen çelenk veya plaket yerine, “keşke parası gelseydi” diye iç geçiren mütedeyyin münevverleri bizatihi kendim biliyorum…
Peki!
Bizim camiada bu tür vefasızlıklar yaşanırken, Sol’un “kısır kalemlerinin” hayatlarına ne demeli?
Yıllarca “gazetecilik” adı altında bu ülkenin “hırsız”ını, “hortumcu”sunu, “vurguncu”sunu, destekleyen “solcu” yazarlar;
Sermaye sahiplerine kiraladıkları kalemler sayesinde “Saray yavrusu ev”lerinde günü gün ediyorlar…
Mesela, ömrü imalathanelerde “hamamböceği”, damlarda ise namaz kılan “İmam Hatipli” öğrenci aramakla geçen Uğur Dündar, yarım asrı aşan meslek yaşamına rağmen kayda değer bir “fikir kırıntısı” bile üretemezken, camları zırhlı, her tarafı kameralarla donatılmış milyon liralık süper lüks bir villada yaşıyor.
“Emlak ağası” konumundaki Dündar’ın, İstanbul’un muhtelif yerlerinde 10’a yakın dairesi ve yığınla arsası olduğu söyleniyor.
28 Şubat’ın medya ayağına dokunulmadığı için elini kolunu sallaya sallayan dolaşan Hürriyet’in eski GYY’si Ertuğrul Özkök de, Muğla’daki meşhur Akbük Koyu’nda, 1. Derece Doğal Sit Alanı olan bölgede, “yağhane ruhsatı” olan tarihi bir binayı satın alarak, usulsüz bir şekilde yazlığa çevirdi. Özkök, “mabedim” dediği bu villanın hemen önüne “kaçak” bir iskele yaparak, denizi bile işgal etmişti.
Urfa’nın “Tülmen köyünden” geldiği Ankara’da gündüz gazetecilik okurken, geceleri pavyonda kanun çalan ve parayı bulduktan sonra mütedeyyin Anadolu halkına “Bidon Kafa” diye küfreden Bekir Coşkun’un, Ayvalık Cunda Adası’ndaki deniz nazır muhteşem evini…
Dünyaya “şoför çocuğu” olarak gelen Sözcü yazarı Yılmaz Özdil’in, Mustafa Kemal kitapları yazarak kazandığı parayla aldığı Bodrum Bitez’deki 310 metrekarelik “kaçak” villasını…
Avustralya’ya giderek orada üç yıl boyunca barlarda çalışan ve minibüsle nakliyecilik yapan Fatih Portakal’ın, kapağı Amerikan sermayeli televizyonlara ve CHP’ye göbekten bağlı kanallara attıktan sonra Seferihisar’da aldığı 8.3 dönümlük çiftlik evini ve yasalara aykırı şekilde diktiği 3 kaçak yapıyı…
Karanlık Odatv yazarı Soner Yalçın’ın, İzmir Çeşme’de tarım arazisine yaptırdığı villayı da unutmamak lazım…
*
Sadede gelecek olursak…
Yıllardır “AK Parti’nin gelişiyle birlikte Türkiye’de siyasal hegemonyanın milletin eline geçtiğini fakat kültürel hegemonyanın hala seküler azınlığın elinde olduğundan” şikâyet ediyoruz ama…
Sıra “millete istikamet çizen” ve “fikir dünyalarına rehberlik eden” yerli ve milli isimlere gelince, bu alanda hiçbir adım atmıyoruz…
Kuruldukları köşelerden “halkçılık” edebiyatı yapan çakma solcular, millete “göbeğini kaşıyan adam” şeklinde küfretmekten öteye gidemedikleri halde “telif gelirleri” ve CHP’li belediyelerden aldıkları “desteklerle(!)” milyonluk villalarda lüks bir hayat sürerken…
Bizler, vefatlarının ardından cenaze namazlarına katılmayı borç bildiğimiz ve arkalarından gözyaşı döktüğümüz aydınlarımızın bir kitabına bile para vermeye yanaşmıyoruz…
Konserlere, festivallere para bulan belediyelerimiz, sıra bu isimlerin katılabileceği konferanslara ve kitap teminine geldiğinde, “tasarruf tedbirlerini” bahane ediyor.
Her yıl sinema ve tiyatrolara destek veren Kültür Bakanlığı, acaba bu isimler için hangi adımı atıyor?
Geçtiğimiz günlerde konuştuğum mütedeyyin bir yazar, “Demet Akalın’a konser verdiren bir AK Partili Belediye’nin, “para olmadığı” gerekçesiyle 10 yıllık emeğinin ürünü olan kitabından sadece 5 adet satın aldığını” söyledi.
Kimse kusura bakmasın ama…
Fikir insanları ve aydınları “geçim mücadelesi” veren bir siyasal görüş, asla “kültür iktidarı ” kuramaz!